Bu Blogda Ara

27 Aralık 2014 Cumartesi

2014'ün İlk 5'i

Bir yıl bitirip, bir yenisine geçerken adettendir; hak edene hakkını verip o yıla öyle veda edilir. 2014 yılında en çok okunanlarımı takdim ederken, okuyan, paylaşan ve katkılarını eksik etmeyen herkese çok teşekkürler. 


  1. Bu Yazıyı Amuda Kalkarak Okumayınız! Uyarılara ne kadar duyarlıyız? Ya da bizi uyaranlar ne kadar samimi? Ayrıca sosyal sorumluluktan öte bir eğlence veya bir duygu aracı olabilir mi uyarılar? Dil döndüğünce, akıl erdiğince bu soruları cevaplamaya çalıştığım yazım 2014 yılında en güzel tepkileri aldığım yazımdı.                                                                                        
  2. Cam Tavanı Çekiçlemek: Bir yönetim başarısızlığı, bir zihniyet sorunu olan, kadın-erkek eşitsizliğinin bir uzantısı cam tavan derlememde, yapamadıklarımız ve yaptıklarımız yanı sıra yapmamız gerekeni anlamaya/anlatmaya çalıştım. 
  3. Hayat Yanlış İşte Çalışmak İçin Çok Kısa: "Sevdiğin işi yaparsan ömrün boyu çalışmazsın" demiş Konfüçyüs. Her zaman elimizde değil belki, bazen de farkında değiliz hatta. Ama işin yanlış veya doğru kısmını anlamak bir yana, hayatın çok kısa olduğu kesin. Ve bu hayatın büyük bir kısmını feda ettiğimiz yer ve zamanda mutlu olmak kadar mutlu etmeyi de bilmeli insan. 
  4. Erkeğin Lovemark'ı Berberidir: En keyif aldığım yerlerden biri berber koltuğu. Ayrıca yalnızda değilim ve hiç de az değiliz... 1800'lerin sonlarında başlayan bir hikaye ile sosyal gücünü de anlattığım bu yazım en keyif aldıklarımdan biriydi. Göründüğü kadarıyla başkalarına da keyif verdi.
  5. Beyaz Pazarla'ma! Pazarlamaya ırkçılık bir tek karşı koyarken yakışıyor kuşkusuz. Ama tarih boyunca farklı düşünenler de hiç az olmamış.

Az da olsa öz yazmaya çalıştığım Pazarlamasyon yazılarımı da buraya not edeyim. 

Herkese hayatının en güzel yıllarından birini geçirmesini dilerken, 2007 doğumlu marketman-onair ile 2015'te de sık sık bir arada olma umudumu da araya sıkıştırayım. 

6 Kasım 2014 Perşembe

Kamu Spotunda Şike!

Kamu Spotu mevzuna fena takığım. 

Onca alternatifine karşın televizyon halen en ulaşılır mecra, kamunun aklını en çok çelen uyarıcı! Böyle bir güce bedava erişimin (hele ki kamu spotu özü ile) bu denli çelişkili ve anlamsız kullanımı verimsizliğin video hali...

Bu yazımın kahramanı olan asıl favori esere geçmeden önce hakkını teslim etmeden geçmeye kıyamadığım iki eserle önce biraz gevşeyelim.

İlk çalışmamız, Çiftçi Rüstem'e "tarım arazilerine plaza dikmeyi bırak patatese devam" mesajı ile doğru kitle & doğru mesaj buluşmasının eşsiz bir örneği ile karşımızda:



İkinci çalışmamız, ülkenin önemli entelektüelleri olan (kitap kurdu olarak da tanınan) Sergen Yalçın ve Seda Sayan'ı barındıran filmi ile kanaat önderi seçimindeki başarısıyla karşımızda:



31 Ekim 2014 Cuma

Esnaf En Safı(mı)dır

1950'li yıllarda başlayan köyden şehre göç trafiği 60 yıldan fazla süre geçmesine rağmen seyahatini sonlandırmış değil. Geniş coğrafyalardan dar alanlara sıkışmaya başlayan toplum, haliyle üremesine de kentte devam ederek kentlerin nüfusuna nüfus katmakta. Bu kalabalıklaşmanın bir fırsat motivasyonu çevresinde gerçekleşmesi ve iş ve sosyal fırsatlar olarak kabul edilebilecek bu gerçeğin elbette yan etkileri de oldukça fazla. Kentleşmenin (zaten fazlasıyla kaynak sahibi) bin bir sorununa değinmeyeceğim. Toplu konutlar ve alışveriş merkezleri ile yaratılan yeni mekanlar içerisinde gün be gün yerini kaybeden esnafların kulaklarını çınlatmak isteğim. 


AVM içlerine doluşmuş yeni nesil ölçek ekonomisi esnaflarıyla, en temelde samimiyet noktasında ayrışan geleneksel esnaflar, genellikle tüketiciyi insan olarak görme noktasındaki görece üstünlüğü ile bir çok güzellemeye konu oluyor. Bakkal Sefer Abi, Lokantacı Ramiz Amca, Beyaz Eşyacı Hilmi, Dostlar Konfeksiyon... Paran olunca verirsin ve geç bir çay söyleyim gibi sıcaklıkları onları sana-bana biraz da yakın kişiler yapıyor. AVM'lerdeki rakiplerinin ölçek gücü ile rekabetlerini daha çok bu sosyal güçleri ile sürdürme çabasında olsalar da elbette ekonomi denince duran akan sular, onları kaybedenler tarafına itiyor. 

Her ne kadar sosyal olarak daha güçlü olduklarına katılsam da geleneksel esnafın da (artık klişe olmuş) "aldatıcı" pazarlama teknikleri yok değil. Samimiyet noktası ile ön planda olmalarına ihanet eden esnaf klişeleri onlar. "50 TL ama sana 40 olur" gibi sana kendini özel hissettiren yaklaşımları, "bana gelişi zaten bu kadar" ile girişimci ruhlarıyla çelişkileri, "bu malın garantisi benim" ile sigortacılık aşkları, bu klişelerin sadece bazıları. Bunları da içeren fazlası için buradan devam edebilirsiniz. Ben kendi deneyimlediğim farklı iki strateji üzerinden devam edeyim.  

26 Ekim 2014 Pazar

Bahşiş Utancı

Eve sipariş verdiğimde kapıya gelen kurye yaşını almış bir amca olduğunda bahşiş veremiyorum; utanıyorum çünkü. Ayrıca müdavimi olduğum bir mekanda garsonla zaman içerisinde bir bağ kurduğumda bahşiş vermek yine güçleşiyor. Bir arkadaşıma yardım ediyormuş duygusunu yaşatıyor ve yine utanıyorum. İşin kötü tarafı ise bahşişi asıl hak ettiğini düşündüğüm kişilerin onlar olması. Yalnız olmadığıma inandığım bu sorunun çözümü nasıl olur bilemiyorum ama umarım bir gün utancımızdan es geçmek zorunda kaldığımız herkese aşağıdaki gibi sürprizler kısmet olur.

11 Ekim 2014 Cumartesi

Erkeğin Lovemark'ı Berberidir.

2008 yılında geldiğim Ankara'da, girdiğim ilk berber dükkanından halen çıkamadım. Eskişehir'deki 12 yıllık berberime zorunlu ihanetimin doğurduğu yeni aşkı Roberts Image Saloon'u ile sürdürüyorum. Tabi önce Roberts kısmına, isim babasının kendi ağzından bir açıklık getirelim: "Berber dükkanını açmaya karar verdiğim yıllarda Julia Roberts hastasıydım" diyor Elvan ve bugünkü pişmanlığını da gizlemiyor: "Bugünkü aklım olsa Mila Kunis koyardım."

Bilen bilir özgür ruhludur berberler, o nedenle bu dükkan ismi sürpriz değil ama yine de açıklayalım. Roberts, yalnızca 3 tane berber koltuğu olan, 2 berber ve 1 çırak ile hizmet veren sade bir mahalle berberi. Yani image kısmı da saloon kısmı da teşbihin hatasızlığında. Roberts markasındaki "o" harfinin içine işlediği L1 güzellemesi var bir de. Bu L1 neyin nesi soruma, Elvan'ın vakur bir ifade ile İngilizce oku bakalım o sembolleri kontrasıyla döndüğünde, pazarlama dehasını da keşfetmiştim! Aslında bu ruh, bu rahatlık, bu öz güven, berber olmanın bir şartı. Sana yeni bir sen vaat eden Salihler onlar.

Kaynak: https://twitter.com/cihan/status/518392847926849536

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Böceklerin Lezzeti

Günlük seçimlerimizin çoğu, uzun uzun düşünülerek verilmiş kararların sonuçlarıymış gibi görünse de William James'in dediği gibi "bütün hayatımız, bir yığın alışkanlıktan başka bir şey değil". Yemeden içmeye, en ilkel seçimlerimize kadar...

Mide ile sıkı ilişki içerisindeki iğrenme duygusunu bugünün insanına en çok yaşatan böceklerin, dünün insanlarının en önemli besin kaynaklarından olması da her iki ayrı zamandaki insanın alışkanlıklarında gizli aslında. 

Asırlar önce böceklerle beslenen hayvanlardan ilham alarak böcek yemeye başlayan insan, böceklerin temel gıda ihtiyacını karşılaması yanı sıra lezzet rolünü de ona verdiler. Bugünkü ahtapot ve yengecin görevinin bir benzerini mesela, Antik Yunanistan'da ağustos böceğine vermişler; ağustos böcekleri o dönemin lüks aperatifleriymiş. Gel zaman git zaman tarımı keşfetmeye başlayan insan hayvanları da evcilleştirmeyi öğrenir. Bu öğrenimlerle davranış değişikliğine başlayan insan, göç ile tüm dünyaya yayılarak çiftçiliği de yaygınlaştırır. Artık çiftçi olan insan için böcekler, hasatlarına zarar veren haşerelerdir... Kentleşme ile birlikte geçmişle bağını iyice koparan şehir insanı için de artık böcekler rahatsızlık veren küçük canlılardan başka bir şey değildir...

Peki, böceklerle yeniden barışabilir mi insan? Peki ya özellikle yiyecek sorunu olan gelişen ülkeler için bir fırsat olabilir mi? 

 - %80'e kadar vücudun hayati yapı taşı olan protein içermeleri yanı sıra yağ, lif, vitamin depoları olmaları,
 - inek etinden daha fazla demir içermeleri,
 - düşük maliyetleri

gibi potansiyelleriyle onu önemli bir atıl kaynak olarak kabul edebilir miyiz? O zaman izleyelim: 



Not: TED-ed son zamanlarda internette en çok vakit ayırdığım yerlerden. Asıl hedef kitlesi olan çocuklar içinse muhteşem bir kaynak. Türkçe altyazı seçeneklileri olsa da çocuklar için takibi zorlayıcı bir hızda. Umarım bir hayırsever Türkçe seslendirilmiş TED-ed videoları ile  hem vatana millete hem kendisine büyük bir fayda sağlar. :)

3 Ağustos 2014 Pazar

Affluenza Işığında İsraf!

Birçok fırsatta tavsiye etmeye çalıştığım çok değerli bir yazı var; tüketim kültürünün yarattığı hastalık olan bir affluenza derlemesi... Hep daha fazlasını isteten ve daha fazlası elde edildikçe mutsuzluğu artıran bu hastalığın israf özeline inerek, 'belki de bu hastalığa kapılmış olmanın verdiği uyuşmuşluğun da etkisiyle' pek dert etmediğimiz derdimiz üzerine naçizane derlememi pazarlamasyon'dan okuyabilirsiniz. Katkılarınızla da çok mutlu edersiniz...
Görsel kaynağı: http://www.globaltimes.cn/ 

13 Temmuz 2014 Pazar

Kendini Reklam Eden Üniversitelerimiz!

Şu hayatta her şeyden uzak kalabilirsin ama reklamlardan asla... Bir amiş(amish) dahi olsan o reklam gelip seni bulacaktır. 

Sınırsız ihtiyaçlarımızın sınırsız alternatiflerinin olduğu çağımızda markaların kendi ürününün tercih edilmesi adına verdiği (doğal) savaş ortamı haliyle sayısız reklam mecrası doğuruyor. Milyonlarca mesaja maruz kalmaya başlayan tüketicinin dikkati ve ilgisi de her geçen gün azalıyor. Bu noktada da markalar için farklı olmak, yaratıcı olmak birincil görev haline geliyor. Ama marrifet bunları kendini doğru konumlandırabilerek yapabilmekte yatıyor.

Bazı sektör oyuncularının işi ise daha zor. Hareket alanları kısıtlanıyor çünkü. Özellikle (halen) en etkili mecra olan televizyondan uzaklaştırılıyorlar. Bunların başında sağlık sektörü geliyor. Kamu gücü, reklamın aldatıcı/yanıltıcı olabilme ihtimalini göz önünde bulundurarak vatandaşları için bu riski göz ardı edemeyerek konu sağlık olduğunda olabildiğince temkinli olmayı tercih ediyor. Daha derin gerekçelere sahip olmakla birlikte bir diğer öne çıkan yasak gerekçesi de reklamın maliyet artıcı etkisi. Vatandaşın sağlık hizmetini olabildiğince uygun bir maliyete indirme isteği, oldukça kabul edilebilir bir düşünce.

Sağlık kadar önemli bir diğer husus eğitim olunca, sınırlamalar burada da söz konusu oluyor. Eğitim almak her vatandaşın anayasal hakkı. Böyle olunca da reklamın potansiyel risklerinden koruma motivasyonunu da görev ediniyor kamu gücü. Ancak sanırım temel eğitimden çıkıp, uzmanlaşmaya konu bir eğitim söz konusu olduğunda hassasiyet azalıyor! Gündemin en yoğun TV reklamları olan üniversite reklamları aksini düşünmeye izin vermiyor...

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Kamu'nun Spotu

İyi niyet en fazla mevcut durumu korur, gerçek iyilik harekete geçirici eylem gerektirir... Kamu yararına bilgilendirici / bilinçlendirici / eğitici mesajlar verme motivasyonundaki kamu spotlarında da durum aynıdır. Kamu spotlarının potansiyeli üzerine biraz düşünmemiz için Pazarlamasyon'da biraz lafladım. Buradan devam edebilirsiniz...


26 Haziran 2014 Perşembe

Hayat Yanlış İşte Çalışmak İçin Çok Kısa

Üniversiteden mezun olup çok isteyerek ve ciddi mücadele ederek elde ettiğim ilk işimden daha 6. ayımı doldurmadan istifa ederken müdürümün karşısına geçmiş ve “Herkes ve her şeyden çok daha fazla vakit ayırdığım bu ortamda mutlu ve huzurlu değilim. Yaptığım işten de keyif almıyorum. Henüz yolun başındayken doğruyu biraz daha aramak istiyorum” demiştim. Aslında iş hayatı için yapılan, “hayatımızdaki herkesten ve her şeyden daha çok vakit ayırdığımız yer” betimlemesi hemen her gün herhangi birinden duyabileceğiniz bir klişe. Diğer tüm klişeler gibi sevimsiz gelse de en azından kısa vadede birçoğumuzun hayatındaki değiştiremeyeceği önemli bir gerçek…

Böylesine vakit alan bir uğraşta yanlış tercih yapmak ise sanırım bir insanın hayatında başına gelebilecek en kötü felaketlerden. Yanlış meslekle geçen onlarca yıl… İşin acı tarafı her geçen gün bu yanlış tercih ile mutsuz bir ömür süren yeni yeni insanlarla tanışmak. Birçok farklı nedenlerle bu yanlışa düşen insanların oluşturduğu toplum olarak gelişememekte olan ülkeler arasında yer almamızın da en temel sorunlarından birinin bu olduğunu düşünüyorum.

Seramik mühendisliğinden mezun bankacı, makine mühendisliğinden mezun (sürücü kursunda) motor öğretmeni olan tanıdıklarımdan, hayvanat bahçesinden Tübitak’a atananlara kadar aldığı eğitim göz önünde bulundurulduğunda abesle iştigal edenler en göze batanları. Bu sınıfta yer alanlar için iş yapmanın para kazanmaktan başka ne getirisi ve beklentisi olabilir?

Eğitimin artık bir alanda uzmanlaşma noktasına taşındığı üniversiteden mezun olduğu bölüm ile tutarlı bir işte çalışan için de doğru meslek seçiminden bahsetmek, sadece bu tutarlılık üzerinden mümkün değil. 30. meslek yılının içerisinde olup, halen yanlış işte çalışan, bu yanlışının farkında dahi olmayan birçok kişi tanıdığınıza eminim. Yıllarca sadece yorularak para kazanmış kişiler… Hayatın devamlılığı için para kazanılması, para kazanılması için çalışılması gerektiği öğretilen kişiler… Yetenekleri, hayalleri umursanmayan ve haliyle kazanmayı yanlış tanımlayan kişiler…

Yanlışın farkına varsa da artık çok geç olanlar var bir de… Kime ait olduğunu ve tam ifadesini hatırlayamamakla (aramalarıma rağmen de bulamamakla) birlikte “yıllar sonra kötü yazdığımı fark ettim ama artık çok geçti, ünlü olmuştum” diyen yazarın işaret ettiği kişiler…

İş bulma sitesi olarak hizmet veren ve yaptığı çarpıcı reklam kampanyası ile mesajını veren Jobs In Town çok haklı; hayat yanlış işte çalışmak için çok kısa!  Ancak bu yanlışın ilk adımı iş arayışı esnasında değil. İş tercihinden çok önce…

Daha küçük yaşlarda ilgimizin, yeteneğimizin, aslında belki hepsinin toplamı olan neyi sevdiğimizin farkına varılmayarak, böyle bir arayışta olunmayarak başlıyor yanlış. Daha beslenme çantasını alarak okulun kapısından o ilk girişimiz ile birlikte beyaz önlüklü doktor, cübbeli avukat, takım elbiseler içerisindeki yönetici hayalleri kuran ebeveynlerin LYS, namı diğer ÖSS maratonu başlıyor. Bu maratonun asıl yarışanlarını görünce, insan gerçekten hayret ediyor…

4 Haziran 2014 Çarşamba

Bir Garip Dışsallık Hikayesi...

Arı yetiştiriciliği ile uğraşan komşusu sayesinde arılarının taşıdığı polenlerle elmaları bol olan Ahmet Amca, elmaları çok olduğu için komşusu Mehmet Ağa'nın arılarının da balına bal katar...

Ekonomide dışsallığı anlayabilmem için anlatılan hikaye hemen hemen böyle bir şeydi. Kendisine fayda sağlamak için yaptıklarının başkasının da faydasına olması durumu... Esasen dışsallığın sevilen türü pozitif dışsallığı ifade ediyordu bu tanım. Aşı olan arkadaşının hasta olma riski azaldığından senin de hasta olma riskinin azalması gibi veya sevdiğin müziği yüksek sesle dinleyen komşunun senin de keyif almanı sağlaması gibi en yalın örnekleriyle pekiştirilebilir pozitif dışsallık. Karşısında yer alan negatif dışsallık ise kişinin ya da kurumun aldığı bir kararın başka bir ekonomik birime zarar verme durumudur. Bunun yalın örnekleri için de sigaraya içmeyen birisinin sigara içen tarafından etkilenmesi veya bir fabrikanın atıklarından etkilenen deniz canlıları verilebilir. Aslında örneklerden de anlaşılacağı üzere yalnızca ekonomi literatürüne sıkışıp kalacak bir konu değil dışsallık.

25 Mayıs 2014 Pazar

GYO'lu Bitki Örtüsü

Dörtte üçü suyla kaplı dünyanın azınlık olan kara parçası üzerinde kendine yaşam alanı bulmak zorunda olan insanoğlu, kalabalıklaştıkça gökyüzüne doğru uzanan beton yığınlarına doluşuyor. Belki durum Avustralya’daki kadar dramatik değil ama geçenlerde bir yerde de dünya yüzölçümünün halen %90’ının yerleşim yeri olmayan topraklardan oluştuğunu okumuştum.



Trafikten hava kirliliğine, ölen komşuluktan güvensiz sokaklara birçok şikayetimizin nedeni olan yaşam alanımızın kalabalık nüfusu gerçeğinde bu boş araziler garip gelse de, coğrafi şartlardan bir arada yaşama motivasyonuna kadar bir çok nedene de sığdırılabilir bu sıkışma!

Kuşkusuz insanlar birlikte yaşama ihtiyacı/zorunluluğu nedeni ile topluluklar oluştururken, bu tercihlerini kaynakların (bol) bulunduğu yerlerde gerçekleştirdi. Suya erişebileceği, meyvelerini toplayabileceği ağaçların olduğu yerler yaşamak için en idealleriyken, haliyle sanayi de hizmet de bu alanlarda tesis edildi. Taşı toprağı altın olan şehirler doğurdu insanoğlu…

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Güldüren Reklamlar 101

Kadınlar kendini güldüren erkeklerden hoşlanır mı tartışıladursun, tüketicinin kendisini güldüren reklamlardan hoşlandığı kesine daha yakın bir gerçek gibi... 

Tüketicinin ilgisini çekme derdindeki markanın gücüne inandığı en önemli stratejilerdendir güldüren reklamlar. Göründüğü kadar da kolay değildir maalesef. Moliere'in "insanları aldatmak, güldürmekten çok daha kolaydır" düşüncesi reklam dünyası için de geçerli. Belki tez konusu olabilecek, kitap yazılabilecek bir derinlikte olsa da, özellikle sıcak yaz günlerine doğru yaklaşırken "Güldüren Reklamlar 101" tadındaki yazımı pazarlamasyon için yazdım. Okumaya buradan devam edebilir, her türlü katkınız ile mutlu edersiniz...



1 Mayıs 2014 Perşembe

Bu Yazıyı Amuda Kalkarak Okumayınız!

"Oyunumuz birazdan başlayacaktır. Lütfen yerlerinize geçiniz. Oyun sırasında ses ve görüntü kaydı yapılmamasını rica ederiz." uyarısı ardından salon ışıkları kapanır ve sahne ışıkları yandığı gibi cep telefonundan kayda başlar adam. Arkadaşı, "Duymadın mı, kayıt yapmayın dediler" diye uyarıyı hatırlatır ama adam durur mu, yapıştırır cevabı: "Boş ver ya, bir şey olmaz. Hem yasak demediler ki, rica ettiler.

Özellikle keyfimiz söz konusu ise uyarılar bizim için son derece anlamsız. Yeni çimento dökülmüş bir kaldırım üzerinde elimizin izinin yer almasının vereceği keyif varken, ne çevrelenmiş barikat engelleyebilir bizi, ne de "lütfen basmayınız" uyarısı. Saatte 12 kişinin katili olan sigaranın üzerine "sigara öldürür" yazmanızın da bir anlamı yok. Hatta Martin Lindstorm'a sorarsanız yazarak daha beter ediyorsunuz işi. Üç yıl boyunca iki bin kişi ile yaptığı araştırmayla "insan beyninde klasik bir şartlanma yaratarak her gördüğünde sigara tüketimine yol açıyor" sonucuna varmış çünkü. Tren garında hareket etmeye 10 dakika kala "kapalı alanlarda sigara içmeyiniz" anonsunun beni trenden nasıl indirdiğini hatırlatınca da kendimce araştırmanın sağlamasını yapmış oldum. 

"Sigara öldürür" uyarısına olan kayıtsızlığın ana nedeni, malumun ilanı oluşu. İnsanların bilerek aldıkları risklerin her defasında hatırlatılmasının bir caydırıcılığı olmuyor. Özellikle milyonların aldığı bir riskin hatırlatılması! Düşündüğünde kuş gribinden ölen elle sayılabilen kişi sayısı, tavukçuluk sektörünü darmadağın edebilirken, milyonları öldüren sigaranın hayatına dolu dizgin devam ediyor olması oldukça saçma. Fakat insanın değer algısı temelinin, az olanın değerinin yüksek olduğu üzerine kurulu oluşu gerçeği, yalnızca olumlu durumlarda devreye girmiyor...

18 Nisan 2014 Cuma

Zamana Dokunmak...

Bağımlılık konusunda kendimi büyük oranda şanslı hissederim. "Olmazsa olmaz bir ürünüm" yok desem çok az başım ağrır. O başımı biraz ağrıtacak olan sebep ise saat. Sol bileğimi saran bir kordon olmadığında kendimi çıplak hissetmem nedeni ile pili bitmiş veya bozulmuş bir saatle geçen günlerim var benim. Zamanı öğrenmemi sağlayan bir ürün olarak düşündüğümde bağımlılık kavramından uzaklaşmaya başlasam da, saatin aynı zamanda erkeğin vazgeçilmez aksesuarı olduğu inancım beni yeniden bağımlılık noktasına taşıyor haliyle. 

Saate zaman öğretici özelliğinden fazla bir misyon yüklememden olsa gerek, analog saat düşkünüyüm. Zaman öğrenme görevini akıllı telefonlara taşere etmeyi sevmemem gibi zamanı alarm ile birleştiren her türlü ürüne karşıyım... Buna vesile olan saatler dahil. 

8 Nisan 2014 Salı

Beyaz Pazarla'ma!

İnsanlık tarihi ayıplarla dolu; kişiye özelinden kendi kitlesini yaratanlarına kadar… Bu ayıpların başında gelenlere kolaylıkla koyulabilir sanırım ırkçılık. Hiçbir türlüsünü anlayamamakla birlikte, ten üzerinden yapılan ırkçılık, anlaşılabilmesi zihnimin/algımın imkansız noktalarında yer alan konulardan. (Aslında bu anlamlaştıramamadan son derece mutluyum.) Bir insanın siyah tenli olması, onu neyden eksik bırakabilir veya bir insanın beyaz tene sahip olması ona hangi üstünlükleri kazandırır? Neyse ki en fazla 2 renk seçeneğimiz var. Yeşil, mavi, kırmızı tenli insanlarla dolu dünya çok daha acımasız bir yer olabilirdi!

Savaşlara neden olan, adına örgütler kurulan ırkçılık, haliyle pazarlamada da kendine yer bulabiliyor. Çok da eski olmayan tarihimizi anlatan, kitaptan filme birçok eser “siyahlar giremez” tecrübeleri ile dolu. Aslında çok yakın tarihimizden de benzer hikayeleri okuyoruz. Pazarlamaya konu olma noktasında ilk ve en ilkel uygulamaları da bu ve benzeri olsa gerek. Yalnızca beyazların girebileceği tiyatrolar, yalnızca beyazlara bira satan birahaneler, yalnızca beyazların binebileceği otobüsler… Siyahların yalnızca hizmetkar olarak var olabildiği yıllar: 

15 Mart 2014 Cumartesi

Girişimcinin Değişmez İş Ortağı: Bankalar

Daha doğduğumuz ilk andan itibaren ihtiyaçlarımızı karşılama eğiliminde oluşumuz gerçeğiyle birlikte dünyanın var oluş tarihi ile girişimcilik olgusunun var oluş tarihinin aynı ana denk geldiğini söylemek yanlış olmaz. Klasik ifadesi ile kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçlarını karşılama çabasındaki insanın, bu ihtiyaçlarını karşılamasındaki en büyük yardımcılarındandır girişimci.

En ilkel hali ile ellerindeki varlıkları karşılıklı olarak değiştirerek ihtiyaçlarını karşılayan; her biri girişimci olan insanların oluşturduğu sistemden; nüfusun artması, iş paylaşımı gerekliliği ve en nihayetinde paranın icadı ile birlikte girişimciliğin toplumda ayrı bir görev tanımı kazandığı ve uzmanlık gerektirdiği sisteme geçildi. Elindeki varlıkları daha akılcı kullanarak girişimcinin temel kaynağı olan sermayeye sahip olmaya başlayanlar tarafından geliştirilen girişimciliğe bankacılık faaliyetlerinin eşlik etmeye başlamasının ise, sermayenin eşsiz kaynak olma parıltısını azaltırken, sermayeyi de daha değerleştirdiğini söylemek gerekir.

Günümüz piyasalarında girişimci olarak var olma motivasyonundaki kişilerin yalnızca sermaye ile hareket edebilmesi neredeyse olanaksızdır. Sonsuz bir sermayeye dahi sahip olsa, piyasanın dinamikleri bir girişimcinin mutlak suretle bankacılık hizmetlerinden yararlanmasını gerektirir.

          Melek yatırımcı, kickstarter gibi oluşumların var olduğu günümüzde, girişimciliği sermaye/para özelinde ifade edebilmek çok yetersiz olmakla birlikte diğer tüm motivasyonları sağlamış ve girişimcilik yolculuğuna çıkmış olanların bankacılık hizmetleri ile olan ilişkisindeki başarısı, toplam başarısını da belirleyecektir. Bu nedenle banka ve girişimci ilişkisi, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.

16 Şubat 2014 Pazar

Cam Tavanı Çekiçlemek

Bugün hala Anadolu'nun birçok yerinde hamile bir kadına çocuğun cinsiyeti sorulduğunda cevabın "kız" olması ardından "e olsun" tepkisi ile karşılaşmak mümkün... Kadına şiddete yönelik bitmek bilmeyen mücadeleler, çocuk yaşta gelin edilenler, sessizlik ortamında "bir yerlerde kız doğdu" güzellemelerimiz ve daha çokçası, ülkemizde kadının yerini anlamak için fazlası ile yeterli. Bu ve benzeri mücadelelerin sevgi ve değere konumlandırılarak; (nispeten) doğru/iyi olanların ön plana çıkarılarak verilmesi düşüncesinde biri olarak bu temel cinsiyet problemlerinin aşıldığı, Maslow'un kendini gerçekleştirme seviyesine ulaşmayı başaranların sorunu üzerinden devam ederek cam tavan üzerine konuşalım biraz.

Altı ısıtılan cam fanus içerisinde zıplayan pirelerden bir de ben bahsetmeyeceğim elbette ama cam tavanı, kadınların üst düzey yönetim pozisyonlarına gelmelerini engelleyen, görünmez engeller olarak kısaca ifade etmekte de fayda var.

6 Şubat 2014 Perşembe

Reklamda Ünlü Kullanımında Çok İyi Olacak Kadar Kötü Olabilmek!

Kotler tarafından, "şirketlerin kendi adlarını parlatmak için ünlülerin havalarını ödünç aldıkları strateji" olarak pek güzel özetlenen reklamda ünlü (celebrity) kullanımı, tüm dünya reklamcılığının asla vazgeçmeyeceği tercihlerden. Bir çok mecrada çokça celebrity kullanımı derlemeleri bulabileceğiniz gibi, zamanında ben de Ali Ağaoğlu'nun self-celebrity! halini anlamaya çalıştığım yazımda ve Ukra İnşaat'ın Polat Alemdar ile sona yolculuğundan bahsettiğim yazımda ünlü kullanımından bahsetmiştim.  

Bu sefer işin eğlence tarafında kalıp, biraz da kobilerimize destek olmak istedim! 

İki örnekle, öğretirken güldüren, güldürürken düşündüren ünlü kullanımı konumuz. Ya da "reklamda ünlü kullanımı" ile "o kadar kötü ki çok iyi" stratejisinin güçlerini birleştirdiğinde ortaya çıkan o müthiş etki mi desek! Arapın yağı bol bulduğunda giriştiği eylem ile de açıklanabilir belki ama kıroyum ama para bende daha uygun gibi. Neyse, sözlere gerek yok videoları var ya:


26 Ocak 2014 Pazar

Kör Testin Gör Dediği...


Coca-Cola'nın, Birleşmiş Milletler'in tanıdığı ülke sayısından daha fazla ülkeye hizmet sunan bir marka olduğu düşünüldüğünde, kolayı "postmodern yaşamsal sıvı" olarak tanımlamak yanlış olmasa gerek... Bu yaşamsal sıvıdan vazgeçemeyen insanlar için ise Coca-Cola ile ön plana çıkan bir diğer küresel marka da Pepsi.

Özellikle müptelası olanları için kola tercihindeki marka bağlılığı, bir çok sektöre göre çok şiddetli boyutlarda. Bağımlılık derecesinde ihtiyaç duysa da Coca-Cola yoksa bu ihtiyacını Pepsi ile gidermek istemeyen veya tam tersi olan bir çok kişiyle siz de tanışıyorsunuzdur. Bu katı tercihe sahip olan kişilere bu bağlılık şiddetinin nedenini sorduğunuzda ise lezzet kıstasında bir tercihi olduğunu söyleyecektir. Oysa uzun yıllardır süre gelen kör test sonuçları, lezzetin bu tercihte (hemen) hiç bir etkisi olmadığı yönünde sonuçlar verir.

Bildiğiniz gibi kör test, tüketicinin markasını bilmediği ürünler içerisindeki tercihleri üzerine yapılan bir araştırmadır. Yine kola özelinde örnek vermek gerekirse, ayrı bardaklara Coca-Cola, Pepsi ve belki diğer markalarla birlikte kola doldurularak tüketiciden içtiği kolanın hangi markaya ait olduğunu söylemesi istenir. Birkaç kere deneyimlediğim bu çalışmada, asla Coca-Cola'dan başka bir kola içemeyeceğini söyleyenlerin dahi Coca-Cola ile Pepsi'yi, hatta Cola Turka'yı karıştıranlarına şahit oldum. 

17 Ocak 2014 Cuma

Bazen de Pazarlamamalı!

Bazen karşılayamayacağın bir taleple karşılaşırsın. Bazen müşterin kadar müşterin olmaması gerekenleri de tanıman gerekir. Toplumsal fayda ise zaten vazgeçilmezin... Samimi olmaya da mecbursun, tüketici artık her şeyin farkında! 

Pazarlamama (Demarketing) nedir, Pazarlamasyon'da anlatmaya çalıştım. Buradan devam edebilirsiniz...

13 Ocak 2014 Pazartesi

Kulakcıkları Kesilmiş Gofret

Hayatımızın artık her anında yer alan, en olmadık yerde dahi burnumuzun dibinde biten reklamlardan çokça şikayet ettiğimiz doğrudur... Ancak rutin hayatımız içerisindeki anlık keyiflenmelerimiz içindeki payını da es geçmeyelim. Daha konuşmayı dahi öğrenmemiş o küçük insanları bile ekrana kilitleyen reklamların bir tılsımı olduğu çok açık.

Fıkra anlatır gibi anlattığınız reklamlar sizde de oluyordur eminim. Hatta karşındakinin bildiğini bilsen bile keyifli bir anın keyfini artırmak için hatırlayıp neşelenmek istediğin reklamlar...

Bu akşam onlardan birine denk gelmişken zihnim beni geçmişe götürdü. Önce beni geçmişe götüren o reklamı paylaşayım: 


Aslında 6-7 aylık bir geçmişi olmasına rağmen bu reklamı yeni izlemiş olmam balıkları haklı çıkarıyor gibi. Eti onlara hala bekledikleri değeri vermiyor ama neyse ki hafızaları pek iyi değil...