Bu Blogda Ara

21 Mayıs 2009 Perşembe

Çok İyi Fikir


İnsanoğlu’nu heyecanlandıran olguların başlarında kuşkusuz yenilik gelir. Hem de karşılıklı olarak; yeniliği getiren, yeniliğe kavuşan… Pazarlamacı gözüyle heyecan verici yeniliklere marka ve ürün bazında baktığımızda; ülke pazarımıza giren yeni markalar, alternatif ürünler bizlere yeni deneyim olanakları sunarak yeni seçenekleri de beraberinde getirir. Küresel piyasalara girişi çok da geçmişlere dayanmayan ülkemizdeki yenilikler genellikle ikincil yeniliklerdir; başka pazarlarda var olan ancak ülkemiz pazarı için yeni olan.

Yıllarca ikincil yeniliklerle ve dünya pazarında aslında var olan yeniliklerin taklitleriyle avunduk. Oysa Kotler’in de dediği gibi; “Kimse en iyi aynılık yoluyla kazanamaz, emsalsizlikle kazanır.” Kuşkusuz günümüz rekabet ortamında çok uzun süre emsalsiz kalabilmek de mümkün değil, ancak ilk olmak da emsalsizliğin büyüsünü sonsuza kadar devam ettirebilecek bir türevi.

Devamını okumak için TIKLAYIN...

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Bir Anneyi Mutlu Edebilmenin Değeri Kaç Lira???

Konuya direkt vermek istediğim mesajı açık açık vererek giriyorum: Sakın ama sakın sevdiklerinize değer veriyor ve onları bir çiçek ile mutlu etmek istediğiniz zamanlar oluyorsa ciceksepeti.com adlı siteden uzak durun.

Günlerden 9 Mayıs 2009, gece saat 00.30 gibi eve geliyorum. Gün boyu eve giderek yapmak istediğim şeyi yapabilme fırsatını elde ettiğim zaman. “Ertesi gün anneler günü; önemli gün ve haftalardan en anlamlılarından biri. Cennetin ayakları altında olduğu varlıklarımızı bir nebze olsun daha fazla mutlu edebileceğimiz, mutlu etmemiz gereken gün. Oğullarından alacakları bir çiçek onları belli ki çok mutlu edecek. “ İşte bu düşünceyle oturdum bilgisayarımın başına. Temelindeki düşüncenin çok ince olduğu ama tahmin ettiğim manevi düşünceden zerre nasibini almamış ciceksepeti.com adlı adrese girdim. Biraz inceledikten sonra beğendiğim bir çiçeği seçtim ve siparişimi onayladım. Sabah olduğunda başta anneler günün unutmuş gibi yapmayı planladım, çünkü anneler gününü unuttuğumu düşünecek olan annemin çiçeği görmesinin ardından daha yüksek bir mutluluk yaşayacağına inandım. Sonrasında böylesine bir günde söz konusu sitenin doğal olarak yoğunluk yaşayabileceğini, dolayısıyla teslimatın öğleden sonrasını bulabileceğini düşünerek annemin anneler gününü kutladım. Ancak çiçekten bahsetmiyorum halen; geldiği zamanki mutluluğu olabildiğince yüksek olmalı. Gelin görün ki saat 18.00 oluyor ancak halen çiçek yok ortada. Ciceksepeti denen siteyi internetin kurumsal şirketlerinden zannediyorum herhalde ki müşteri hizmetlerini arıyorum: müşteriye hizmet veremeyen müşteri hizmetlerini. 18:00 – 21:00 saatleri arası abartmıyorum belki 100 kere arıyorum numarayı: ancak sürekli meşgul!!! Mağdur olanlar olarak bayağı bir sayımız var sanırım. Saat 22:30 civarı sanırım telefon çalıyor ve operatör çalışma saatleri dışında olduklarını belirtiyor. Sitelerine giriyorum, iletişim sekmesinden tekrar mesajımı yazıyorum(İlk olarak 19:10 civarı bir mesaj yazmıştım, hatanın giderilmesine yönelik ancak 22.20 itibariyle gelen cevap Eskişehir siparişlerinin teslim edildiği ancak sisteme giriş yapılmadığı yönünde!! Yani siparişimin teslimatı yapılmış ama annem gelmediğini söylüyor bana.) Uzun uzun serzenişte bulunduğum yazımda kısaca kendilerine “..bu güzel günde bir annenin mutlu olmasını engellediğiniz için teşekkür ederim” mesajımı iletiyorum. Buradan kendilerine sesleneceğimi de belirtiyorum. Sonrasında tekrar bir cevap “..siparişiniz teslim edilmiştir. Bizi tercih ettiğiniz için teşekkürler.” Bu mesajın geldiği saat 23:26. Olamayacağını biliyorum ama bir umut işte; o saatte annemin uyuyor olduğunu bildiğim için babamı arıyor ve soruyorum: cevap değişmiyor tabi; çiçek gelmedi… Tekrar cevap atıyorum ailem çiçeğin teslim edilmediğini belirtirken neye istinaden çiçeği teslim ettik diyorsunuz diye ve devam ediyorum:”kime teslim ettiğiniz lütfen belirtin”. Ertesi gün olur(11.05.2009) saat 15:22; ilgili siteden tekrar mail gelmiştir;

Merhaba,

Özel günün vermiş olduğu yoğunluk sebebi ile bazı teslimatlarımız geç saatlerde gerçekleştirilmiştir. Sizlere yaşatmış olduğumuz beklemeden dolayı CicekSepeti.com ekibi olarak özür dileriz. Tüm siparişlerinizi sevdiklerinize ulaştırabilmek adına kadromuzu genişletmiş olup, elimizden gelen gayreti göstermekteyiz.

Siparişiniz teslim edilmiştir.

Teslim bilgileri; …..

Söz konusu cevaba göre çiçek anneme teslim edilmiş. Arıyorum tekrar; tekrar ve tekrar… Ama annem halen çiçek falan gelmediğini söylerken, benim üzüntümü almaya çalışıyor “oğlum sor Eskişehir’de hangi çiçekçiyle anlaşmışlar, gidip ben alayım…” İşte çiçeksepeti.com adlı sitenin başarılı girişimcileri; sizler böylesine kutsal varlıklara değer vermeyen, manevi güzellikleri cebinizdeki 1 kuruşa değiştirmeyecek akıllı girişimcilersiniz. Hissi duygularınızın harekete geçtiği tek zamanın; size yazdığım şikâyetlerde paramın iadesi ve siparişin iptali talebimi görüşünüz olduğuna eminim.

Değerli çiçeksepeticiler sorum size: Bir anneyi mutlu edebilmenin değeri kaç lira?

Gelin şimdi sanal alışverişten, CRM’den, müşterilerin günümüzdeki hedonik ihtiyaçlarının öneminden, kurumsallıktan, girişimcilikten, özel gün ve haftalarda pazarlamanın yerinden, vs.den bahsedin. İnsani duyguların eksik olduğu yerde hiçbirinin önemi yok…




11 Mayıs 2009 Pazartesi

Bloglanan Markalar Topluluğu

Tüm Dünyadaki etkinliğini hızla artıran bloglar, ülkemizde de gelişimini hızlandırmış durumdadır. Her ne kadar Dünya standartları henüz yakalanamasa da, ülkemizde de artık kurumlar, markalar, karar vericiler ve vatandaşlar bloglara, bloglarda yer alan görüşlere önem vermektedirler. Blogların ne işe yaradığını ve ne olduklarından bahsetmeyeceğim. Artık hemen herkesin bloglar hakkında bir bilgisi vardır.

Burada son günlerde bloglarla ilgili tartışılan bir konuya değinmek istiyorum. Blog yazarlığı sadece bir gönül işimidir? Yoksa ticari bir nitelik de taşıyabilir mi? Marketing Türkiye’nin interaktif pazarlama dergisi olan IP’nin son sayısında kapak konusu olarak masaya yatırılan tartışma hakkında bende iki kelam da bulunmak istedim.

Konuya özelden genele taşıyarak başlayalım. 2007 Aralık’ından beri bende pazarlama üzerine bir blog tutuyorum. Bu işi gerçekten büyük bir keyifle yapıyorum. Zaman zaman pazarlama hakkında öğrendiklerimi literatürsel olarak paylaşıyorum, kimi zaman da gözlemlerimi, deneyimlerimi pazarlama bakış açısıyla değerlendiriyorum. İşin en güzel yanı ise sanal âlemde paylaştıklarınızın okunması ve bunlarla ilgili olumlu-olumsuz tepkiler almanız. Bu sayede bilgilerinizi sürekli yenileme şansına sahip oluyor ve kendinizi gelişime açık tutmuş oluyorsunuz. Özellikle belli bir süre sonra küçük bir kitle de olsa sadık okuyuculara sahip olduğunuzda sorumluluk duygunuz güçleniyor ve zevk alarak yaptığınız bu işi bir nebze de göreviniz olarak görmeye başlıyorsunuz.

Kendimden yola çıkarak açıklamaya çalıştığım bloger olmanın özü sanırım tüm blogcular için geçerlidir. Blog yolculuğuna ticari amaçlı başlayan bir bloger olduğunu düşünmüyorum. Zaman içerisinde bloğundan para kazanan hatta ciddi paralar kazananlar olduğu kesin. Ancak bu zamanla olabilecek bir durum. Peki, blogerlar dillerinin kemiği olmayan, gördüğünü, bildiğini yazan kişilerse, bloglarından para kazanmaları etik mi? Nedenlerini açıklamadan önce kendi kanaatimi direk paylaşayım: Evet etiktir.(Bunu bloğundan 1 kuruş dahi kazanmayan biri olarak paylaşıyorum.) Elbette her konunun etikliğini bozabilecek durumlar olacağı gibi blog yazarlığının ticari kazanca dönüştürülmesinde etik yapıyı bozabilecek uygulamalar da pek tabii olacaktır. Bu cevabı verirken bu istisnai durumları yok saydık.

Blog yazarları, ilgi alanlarına yönelik birikimlerini paylaşan farklı gruplara ayrılabilmekle birlikte iyi veya kötü deneyimlerini konu ne olursa olsun paylaşan kişilerdir. Alışveriş sırasında yaşadıkları deneyimlerini, yeni bir ürünle ilgili deneyimlerini, bir taksiciyle yaşadığı deneyimi vs. vs. herhangi bir deneyimini paylaşabilirler. Birçok kişiye de bu deneyimler çok daha değerli gelir. Çünkü blog yazarları menfaatsiz yazarlar, olduğu gibi, gördüğü gibi, bildikleri gibi yazarlar. Ağızdan ağza pazarlamanın bir uzantısıdır aslında bloglar. Zamanla bazı blogerlar çeşitli okur kitlelerine ulaşır. Bu kitle için görüşleri oldukça değerlidir. Özellikle Dünya görüşleri de aynı paralelde cereyan ediyorsa, o blogerın yaşadığı bir deneyim onun sadık takipçisi için kendi deneyimleri kadar önemli, bir ulusal medya haberinden, bir reklamdan daha etkilidir. Durum böyle olunca markaların, kurumların bu âleme kayıtsız kalması pek mantıklı bir tepki değildir. Kendileriyle ilgili bu kişilerin yaşadıkları deneyimleri sanal âlemle paylaşmalarını isterler. Kendileriyle ilgili deneyim yaşamamışsa yaşatmak isterler. Bunun içinde blogerı bir şekilde fonlamaları bence kabul edilebilir. Ancak buradaki ince nokta bir blogerın kendisi ile ilgili deneyimlerini paylaşmasını isteyen kurumun, markanın; blogerın paylaşacağı olası her türlü deneyime açık ve razı olması lazım. Çünkü blogda yer alan paylaşım salt bir reklam değil tarafsız deneyim aktarımıdır. Parayı veririm istediğimi yazdırırım anlayışı hâkim olursa bu blogların doğasına aykırı olmakla birlikte, yukarda bahsettiğimiz etik konusunu da zedeleyen noktaların en önemlisidir. Bunun önüne geçebilmek mümkün mü derseniz bu noktada en büyük sorumluluk blogera aittir. Kendisi istemediği sürece böyle bir girişim kesinlikle zorla yaptırılamaz. Açıkçası yapılırsa da o blog okurları emin olun bunu sezerler. Aslında bu işin maddi boyutunun profesyonelleştirilmesi de mümkün. Bu işin diyorum çünkü blogların özü gereği tam anlamıyla profesyonel olması düşünülemez. Peki, maddi boyutu nasıl profesyonelleştirilebilir?

Blog dünyasına önem veren, gücüne inanan markalarca oluşturulacak bir komisyon çok güzel bir çözüm olabilir mesela. 20-30 veya daha fazla marka bu mecraya belli miktarlarda fon ayırarak, bu marka karar vericileri tarafından seçilen bloglara kendi markaları hakkındaki deneyimlerini, düşüncelerini paylaşmalarını isteyebilirler. Ortak havuzda toplanan fondan bloglara aktarılan paralar işin etik boyutunu da biraz daha sağlam zemine taşıyabilir. Bloger elde ettiği gelirin direk o kurumdan gelmediğini bilerek kendini daha rahat hissedebilir. Hatta bu markalar komisyonunun belki de kurumunun profesyonel bir ekiple yönetilmesi sonucu marka veya kurumlarında kendisi hakkında seçilen blogerlar arasından hangi blogerın tecrübelerini paylaşacağını bilmemesini sağlayabilir. Her türlü tepkiye razı olan, olumsuz sonuç olasılığını bile fonlayabilen markalar topluluğu: kendine güvenenler kulübü… Bu imaj bile oldukça kuvvetli bir mesaj veriyor. Düşününce gayet hoş geliyor: Bloglanan Markalar Topluluğu veya Blogsfer Markaları veya Bloged Brands… Birde slogan bulmak lazım sanırım: “Bloglanmak güzeldir” çok mu kopya olur? “Blogla bizi” çok mu iddialı? İsim veya slogan üretme de ülkemiz iletişimcileri ve pazarlamacıları en etkileyicilerini bulurlar kuşkusuz. Şimdilik blogerların yükselişini izlemeye devam edelim ve sağlam temellerde gelişimini tamamlaması için elimizden geleni yapalım. Sonra kim bilir belki Bloglanan Markalar Topluluğu’da gerçek olur.