Bu Blogda Ara

21 Ağustos 2012 Salı

Yuppii-Deprem Oldu!!!

İnsanın yaradılışından gelen paylaşma ihtiyacının, iletişim aşkının son yıllardaki vücut bulduğu en önemli mecraların başında twitter geliyor kuşkusuz... Geleneksel medyayı kıskandıran hızı ile depremleri, terör olaylarını twitter'dan anında öğrenirken, belki hiç tanımadığımız kişilerin çay keyfine şahitlik ediyor, bebekte akşam keyfi tasvirlerini okuyoruz. Twitter sayesinde artık yalnızlık eski gücünden oldukça uzak. Acımızı, sevincimizi; mutluluğumuzu, başarılarımızı anında takipçiler ile paylaşma dürtümüz zihnimizin derinliklerine işlemiş durumunda.

"Günümüz Twitter gerçeği" tadındaki giriş ardından, paylaşımlarla ilgili küçük bir noktaya değinmek, naçizane fikrimi paylaşmak istiyorum.

Malum, girişte de bahsettik. Artık günlük olaylara bakışımızdan, en özellerimize kadar her şeyi twitter'dan paylaşıyoruz. Bizi sinirlendiren bir habere isyanımız, iki saat sonra doğan yeğenimizin mutluluk tweet'ine  bırakıyor yerini. İşte bu git gellerde bazen ciddi bir profil foto-tweet uyumsuzluğu gözüme batıyor. Elleri havada gülen bir yüzle çılgınca havaya zıplamış bir fotonun yanında teröre lanet tweet'i görmek veya vesikalık vari kravatlı bir fotonun yanında espri okumak, yazılanın etki gücünü azaltıyor. Peki, kişilerin kendince en uygun bulduğu fotoğrafı profil fotoğrafı yapması doğallığında nasıl bir çözüm bulunabilir ki? "10 derste doğru profil fotoğrafı", "Doğru profil fotoğrafı bulmanın püf noktaları" gibi literatürümüz "henüz" olmadığına göre (ki aman diyeyim) bir alternatif düşünelim. 

Bu noktada aklıma gelen, her kullanıcının en az üç farklı profil fotoğrafına sahip olması. Bir adet "standart" profil fotoğrafınız yanı sıra "hüzün" ve "sevinç" başlıklı iki alternatif fotoğraf daha! Veya profil 1-2-3 de olabilir; isimlendirme kısmı çok da önemli değil. Ağırlıklı olarak standart profil fotoğrafınız ile twitter yaşantınıza devam ederken, sizi rahatsız eden bir durum karşısında "hüzün" seçeneğinizi; mutlu eden bir paylaşımınızda "sevinç" profilinizi seçerek makul bir fotoğraf ile bu paylaşımları gerçekleştirmek size de daha iyi hissettirecektir. Dille ifade edilenin mimiklerle desteklenmesi; twitter'da nispeten de olsa bir vücut dili yaratmak! Kullanımının nasıl olması gerektiği (yani tekniği) ile ilgili çok bir şey söylemek istemiyorum. O kısım mutlaka çözülebilecektir. Mesela ilk aklıma gelen Blackberry Twitter uygulamasında birden fazla hesap yönetiliyorsa, tweet atarken hangi hesaptan atmak istendiğinin seçilmesine izin veren seçeneğin bire bir uygulanlaması tam da bahsettiğim özelliğe hizmet edici. 

Bu potansiyel özelliği sadece profil foto-tweet içeriği uyumsuzluğunda da düşünmemek lazım. Çokça twitter kullanıcısının, profil fotoğrafından sıkılması neticesinde belli aralıklarla değişikliklere gitmesi; hangi fotoğrafımı yapsam ki kararsızlığı gibi hazsal ihtiyaçlar boyutunda da fayda sağlayabilecektir. 

Sen bunu bir düşün @jack, tutar bu! :)

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Olimpiyatların Sponsorları vs Sinsiponsorları...

Ülke adına sportif anlamda çokça çevrenin umut dolu olduğu Londra 2012 Olimpiyatları beklentilerin çok uzağında sonuçlarla devam etmekte. Başarısızlığın olduğu yerde nedenler bulmak zor olmuyor. Kendi farkındalığından uzak olmak, olası başarıya (bence) sporun ruhuna aykırı anormal maddi ödüller koyarak motivasyonu metalaştırmak, ülke sınırları içerisinde elde edilen "yapay" başarılar, spor öğreniminden ziyade eğitimine verilen önemsizlik, vs.vs... Açıkçası olimpiyatların bu boyutu daha çok ülkemizdeki spor yönetiminden sorumlu büyüklerimizin ilgi alanı. Naçizane serzenişlerim ardından asıl konumuz olan pazarlama boyutuna geçelim.

Genellikle olimpiyatlarla özdeşleşmiş olan ve spor pazarlamasında sponsorluk ile sıkı sıkıya bağlı olan ambush marketing'den bahsedelim. Literatürümüze "tuzak pazarlama", "sinsi pazarlama" gibi çeviriler ile girmiş olan ambush marketing; özellikle büyük spor organizasyonlarında, organizasyona ve/veya organizasyondaki yarışmacılara sponsor olmadan (maddi bir destek vermeden) sponsor algısı yaratmak şeklinde karşımıza çıkar. Sponsor markanın sağlayacağı her türlü pazarlama getirisini elde etme gayesinde doğrudan bir sponsorluk maliyeti katlanmak istemeyen marka, diğer tutundurma kampanyalarını öyle bir konumlandırır ki tüketiciler aslında sponsorluğu bulunmayan markayı zihinlerde sponsor olarak algılarına oturtur. Organizasyon alanının bir çok köşesinde afişlerini görür, televizyon reklamlarında organizasyon konumlandırmalı çalışmalar görürsünüz. Aslında Adidas'ın sponsor olduğu bir atletin koşusunu izlemek üzere televizyon karşısına kurulduğunuzda pistteki kocaman Nike Just Do It reklamı, atletin göğsündeki Adidas'tan daha çok gözünüze batabilir. Olimpiyatların resmi içecek sponsorluğu için yüksek bir maliyete katlanan Pepsi iken, her bir alanın Coca-Cola reklamları ile kaplanmış olması size Cola-Cola'nın sponsor olduğunu zannetmenize yol açabilir. 

İlk olarak 1984 Los Angeles Olimpiyatları ile ortaya çıktığı kabul edilen sinsi pazarlamanın bugüne değin tartışılan en önemli konularından olan etik boyutundan da bahsetmekte fayda var. Kimileri bu uygulamanın gayri ahlaki olduğunu düşünmekle birlikte, pazarlama dünyasında ağırlık kazanan görüşün akılcı bir hamle, rekabetin getirdiği doğal bir strateji olduğu görülmekte. Bu rekabette sponsor olmayan markanın sponsor algısı yaratma çabaları karşısında gerçek sponsorun bu algıyı kırma çabaları da kuşkusuz savaşı kızıştırmakta ve aslında kazanan pazarlama olmakta. Daha yaratıcı uygulamalar artmakla birlikte, özellikle asıl sponsorun görünür maliyetlerinin üzerine yeni maliyetler eklemesi ile de etik kısmını sorgulatmakta...

Devam eden Londra Olimpiyatlarında da sıklıkla rastlanan ambush marketing uygulamalarından örnekler için buradaki linke göz atmanızı tavsiye ederim: http://www.businessinsider.com/best-ambush-marketing-campaigns-2012-6?op=1 Güncel, güzel bir değerlendirme için de http://tomfishburne.com/2012/08/the-power-of-ambush-marketing.html tavsiye olunur...