Dünya Doğal Hayat Fonu’nun 2002 yılında yayınladığı rapor, mevcut tüketim
artışının aynı hızla devam ederse 2050 yılında canlı yaşamının sürebilmesi için
dünya gibi iki gezegene daha ihtiyacımız olduğunu söylüyordu... Son veriler ne
yöndedir bilemiyorum ama tüketim artışındaki ivmenin devam ettiği iddiası, tüketimin son 10 yılda azalan bir ivmede olduğunu
söylemekten çok daha kolay ve akla yatkın geliyor.
Kuşkusuz tüketim çılgınlığı adı altında yaratılan
farkındalık da 2002 yılındaki seviyelerin çok ötekisinde. Daha bilinçli
tüketici, daha bilinçli markalara sahibiz. Sürdürebilirlik kelimesinin
popülaritesi ile de bu farkındalığın sağlamasını yapabilmek mümkün.
Tüketim artışındaki hızın devam ettiği iddiası ile artan
bilinçli tüketim anlayışının çeliştiğini düşünmek ise yanlış olur.
Derinlemesine girmeden, genel toplamda insanları “tüketime” yönelten
motivasyonun, “doğayı koruma / ortak
yaşam alanı / gelecek nesiller / sağlıklı toplum” gibi motivasyonlardan halen,
daha kuvvetli olduğunu söylemek yeterlidir sanırım. Ayrıca özellikle ülkemizde
sürdürülebilirlik kavramının henüz teorinin altın çocuğu aşamasında olduğunu da
söylemeliyiz. Kulağa çok hoş gelen sürdürülebilirliğin uygulamadaki örnekleri
henüz tüketimin karşısına dikilmesini sağlayacak bir olgunluğa sahip değil.
Cep telefonu değiştirme sıklığı, lüks mallara yapılan
harcamalar gibi ölçümlerden oluşan listelerin en üstlerinde yer alan ülke
olmamız ile aynı ülkelerle yapılan ülke geliri, kişi başına milli gelir gibi karşılaştırmalardan
oluşan listelerdeki vahim tablomuz çelişkisinin de ifade ettiği gibi de (en
azından) kısa vadede sürdürülebilirlik bilincimizi tüketim çılgınlığımızın
önüne koyabilmek oldukça güç.
Tüketmeyi seviyoruz, hazsal ihtiyaçlarımıza dem
vurmak da çok zorlanıyoruz. Zenginlik sıfatını; kültürel, sosyal, bilgisel gibi
kelimelerden daha çok, maddi kelimesine yakıştırıyoruz… Maalesef ucuz benzin
alacak kadar zengin bir ülke değiliz!
Neyse ki iletişim çağındayız… Gidemesek de, yaşayamasak da
duyuyoruz, okuyoruz, öğrenebiliyoruz bu zenginliğe sahip olanları; bu
zenginliğe sahip olunabileceğini…
İsveç mesela, bunun en güzel örneklerinden. Geçenlerde, maalesef
geleneksel medyanın pek de önemsemediği bir haber vardı internetin
derinliklerinde. İsveç’in çöp krizi yaşadığından bahsediliyordu. Çöpü biten
İsveç’in artan çöp ithal ihtiyacından! 250.000’in üzerinde hanenin elektrik ve
ısınma ihtiyaçlarını çöplerden sağlanan yakıtlarla karşılayan İsveç, yeterli “hammadde”
bulamama sıkıntısına girmiş... Bu kaynak yetersizliğindeki harika sorun ise, ülke
halkının yüksek geri dönüşüm bilinci. 9.5 milyon nüfuslu ülke çöplerinin
yalnızca %4’ü geri dönüşüm özelliğine sahip olmayan çöpler!
Çöp yetersizliği sıkıntısı ile ithalat yapmak zorunda kalan
İsveç’in bu ithalatları, üstüne para alarak yapıyor olması ise apayrı bir yazı,
hatta tez konusu. Avrupa Standartları dahilindeki limitlerde kalabilmek adına
çöplerinden kurtulmak isteyen ülkeler, bu çöplerinden kurtulmak için haliyle
ödeme yapmaktan çekin(e)miyorlar…
İşte bu zenginlik apayrı bir servet sahipliği… Dilimize yerleşmesini en çok istediğim lagom sıfatına sahip insanların
ülkesi İsveç’i 10 maddede özetleyen bu yazıyı mutlaka okuyun!
Yüksek ve homojen gelir dağılımına sahip İsveç’in kalburüstü
zenginleri de var elbet. Ama onlar da 1.619.000 dönümlük bir ormanı "yaptım olacak" demek için değil, kesilmesini önlemek için satın alabilecek acayip insanlar..:
Johan Eliasch pic.twitter.com/ttUVcPfpcp
— UberFacts (@UberFacts) September 8, 2013
Alkole yasaklar koymayan, alkolün en görünür ülkelerden biri
olmalarına rağmen alkol tüketimindeki en düşük ülkelerden biri olmalarına falan
da girmiyorum artık… Yabancı hayranı sıfatı yemeden yazıyı bitirmekte fayda
var!
Yine de belirteyim; bu hayranlığım doğru olana, güzel olana…
Yaşam kalitesi yüksek bir birey/tüketici olmaya… Hayalim de var evet; bu
yazıdaki İsveç yerine Türkiye yazabilme hayalim… En önemlisi de tüm bunlar için
umudum var…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder