Bu Blogda Ara

9 Eylül 2013 Pazartesi

Tüketim İle Üretebilmek ve Zenginlik Olgusu...

Dünya Doğal Hayat Fonu’nun 2002 yılında yayınladığı rapor, mevcut tüketim artışının aynı hızla devam ederse 2050 yılında canlı yaşamının sürebilmesi için dünya gibi iki gezegene daha ihtiyacımız olduğunu söylüyordu... Son veriler ne yöndedir bilemiyorum ama tüketim artışındaki ivmenin devam ettiği iddiası, tüketimin son 10 yılda azalan bir ivmede olduğunu söylemekten çok daha kolay ve akla yatkın geliyor. 

Kuşkusuz tüketim çılgınlığı adı altında yaratılan farkındalık da 2002 yılındaki seviyelerin çok ötekisinde. Daha bilinçli tüketici, daha bilinçli markalara sahibiz. Sürdürebilirlik kelimesinin popülaritesi ile de bu farkındalığın sağlamasını yapabilmek mümkün. 

Tüketim artışındaki hızın devam ettiği iddiası ile artan bilinçli tüketim anlayışının çeliştiğini düşünmek ise yanlış olur. Derinlemesine girmeden, genel toplamda insanları “tüketime” yönelten motivasyonun,  “doğayı koruma / ortak yaşam alanı / gelecek nesiller / sağlıklı toplum” gibi motivasyonlardan halen, daha kuvvetli olduğunu söylemek yeterlidir sanırım. Ayrıca özellikle ülkemizde sürdürülebilirlik kavramının henüz teorinin altın çocuğu aşamasında olduğunu da söylemeliyiz. Kulağa çok hoş gelen sürdürülebilirliğin uygulamadaki örnekleri henüz tüketimin karşısına dikilmesini sağlayacak bir olgunluğa sahip değil.


Cep telefonu değiştirme sıklığı, lüks mallara yapılan harcamalar gibi ölçümlerden oluşan listelerin en üstlerinde yer alan ülke olmamız ile aynı ülkelerle yapılan ülke geliri, kişi başına milli gelir gibi karşılaştırmalardan oluşan listelerdeki vahim tablomuz çelişkisinin de ifade ettiği gibi de (en azından) kısa vadede sürdürülebilirlik bilincimizi tüketim çılgınlığımızın önüne koyabilmek oldukça güç. 

Tüketmeyi seviyoruz, hazsal ihtiyaçlarımıza dem vurmak da çok zorlanıyoruz. Zenginlik sıfatını; kültürel, sosyal, bilgisel gibi kelimelerden daha çok, maddi kelimesine yakıştırıyoruz… Maalesef ucuz benzin alacak kadar zengin bir ülke değiliz!

Neyse ki iletişim çağındayız… Gidemesek de, yaşayamasak da duyuyoruz, okuyoruz, öğrenebiliyoruz bu zenginliğe sahip olanları; bu zenginliğe sahip olunabileceğini…

İsveç mesela, bunun en güzel örneklerinden. Geçenlerde, maalesef geleneksel medyanın pek de önemsemediği bir haber vardı internetin derinliklerinde. İsveç’in çöp krizi yaşadığından bahsediliyordu. Çöpü biten İsveç’in artan çöp ithal ihtiyacından! 250.000’in üzerinde hanenin elektrik ve ısınma ihtiyaçlarını çöplerden sağlanan yakıtlarla karşılayan İsveç, yeterli “hammadde” bulamama sıkıntısına girmiş... Bu kaynak yetersizliğindeki harika sorun ise, ülke halkının yüksek geri dönüşüm bilinci. 9.5 milyon nüfuslu ülke çöplerinin yalnızca %4’ü geri dönüşüm özelliğine sahip olmayan çöpler!

Çöp yetersizliği sıkıntısı ile ithalat yapmak zorunda kalan İsveç’in bu ithalatları, üstüne para alarak yapıyor olması ise apayrı bir yazı, hatta tez konusu. Avrupa Standartları dahilindeki limitlerde kalabilmek adına çöplerinden kurtulmak isteyen ülkeler, bu çöplerinden kurtulmak için haliyle ödeme yapmaktan çekin(e)miyorlar…

İşte bu zenginlik apayrı bir servet sahipliği… Dilimize yerleşmesini en çok istediğim lagom sıfatına sahip insanların ülkesi İsveç’i 10 maddede özetleyen bu yazıyı mutlaka okuyun!


Yüksek ve homojen gelir dağılımına sahip İsveç’in kalburüstü zenginleri de var elbet. Ama onlar da 1.619.000 dönümlük bir ormanı "yaptım olacak" demek için değil, kesilmesini önlemek için satın alabilecek acayip insanlar..:


Alkole yasaklar koymayan, alkolün en görünür ülkelerden biri olmalarına rağmen alkol tüketimindeki en düşük ülkelerden biri olmalarına falan da girmiyorum artık… Yabancı hayranı sıfatı yemeden yazıyı bitirmekte fayda var!

Yine de belirteyim; bu hayranlığım doğru olana, güzel olana… Yaşam kalitesi yüksek bir birey/tüketici olmaya… Hayalim de var evet; bu yazıdaki İsveç yerine Türkiye yazabilme hayalim… En önemlisi de tüm bunlar için umudum var…

Hiç yorum yok: