Bu Blogda Ara

9 Kasım 2013 Cumartesi

Sosyal Sorumluluk Projeleri ve Ahlak Sorunu

Tahrip edilen doğa, sağlık problemleri, eğitimden yoksun kalan çocuklar, şiddet gören kadınlar…  Dünyanın bin bir derdinden sadece bazıları. Bu dertlerle mücadele; huzurlu toplum düzenini sağlamak için, devletlerin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının en önemli uğraş alanı. Ancak iç içe yaşadığı toplumun huzuru ile ilgili kendini sorumlu hisseden yalnızca devlet ve STK’lar değildir. Toplumun gerçek kişileri arasına karışmış marka kişilikleri de sağlıklı ve huzurlu bir toplum içerisinde var olmak isterler.

Bugünün sorunlarını çözmek, gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakabilmek uğraşında sorumluluk hisseden markalar, sosyal sorumluluk kampanyaları ile karşımıza çıkar. Eğitim hakkına erişemeyen çocuklara, dünyanın zenginliklerinden kendisine pay edinemeyenlere, ailesinde şiddet görenlere yardıma hazır olan bu markalar, kültür ve sanat yatırımları ile de toplumsal fayda çıtasını olabildiğine yükseltmek için çabalamaktadır. Elbette birincil var oluş nedeni kâr olan markaların, bu sosyal sorumluluk projelerinin içerisinde de (samimi ve samimi olmayanlar olarak ayrılmakla birlikte) bir nebze de olsa yine kazanç düşüncesi olduğunu unutmamak gerekir. Elbette bu gerçek, sosyal sorumluluk projelerinin değerinin ve gerekliliğinin önemini azaltmaz.


Markaların imzasını taşıyan soysal sorumluluk projeleri, kesinlikle toplum adına yadsınamaz değerdedir. Birçok gerçek kişiden daha bilinçli kişiliklere sahip markalar, sahip oldukları ekonomik ve kültürel ölçeklerinin de etkisi ile yaşam standartlarına çok önemli katkılar sağlayabilme, yön verebilme gücündedir. Günümüzde, gerçek kişilerin de ötesinde birçok devletten dahi daha güçlü yapıları bulunan markalara sahibiz. Bu markaların imza attığı ve mükemmel sonuçlar elde ettiği sosyal sorumluluk örneklerin de hemen hepimiz farkındayız. Çok küçük bir sanal tarama bile yüzlerce örneğe ulaşmanızı sağlayacaktır.

Ancak sosyal sorumluluk sahibi olmak ile ahlaklı olmanın karıştırıldığı, belki daha doğru ifadesi ile ikisinin aynı şeyler olduğunu düşünme yanılgısında olunduğunu da görüyoruz çoğu zaman. Sosyal sorumluluk bilincinde olmak çok güzel bir hissiyat olmakla ve ahlaka yakın yerlerde gezmekle birlikte, asla tek başına ahlaklı olmak anlamına gelmez.

Bir yandan eğitime yatırım yaparak ülke istihdamına katkıda bulunurken ve bu yatırımlarını dört bir yana göğsünü gere gere anlatırken, en küçük bir fırsatta gizlice işçi çıkaran markanın ne kadar ahlaklı olduğunu söyleyebiliriz?

Çalıştırdığı kişiler ile bir aileye geçim sağlama huzur ve mutluluğunda olmak yerine, işçiyi maliyet olarak gören zihniyetin ahlakını hangi sosyal sorumluluk projesi parlatır?

Eğitim hakkına kavuşturmaya çalıştığı çocuklar için yaptığı yatırımları, gözleri nemlendiren reklamları ile yüreklerimize işleyen markanın, daha yüksek kâr uğruna dünyanın bir başka ucunda çocuk işçi çalıştırmasındaki ahlakı, sosyal sorumluluğun neresinde bulabiliriz!

Ya da en basit haliyle vergi kaçıran bir zihniyet, sosyal sorumluluk harcamaları kaçırdığı vergi tutarına ulaştığı zaman mı ahlakta başa baş noktasını yakalar?

Aslında para&ahlak ilişkisindeki çarpıklık, günümüzde yalnızca markaların sorunu değil. Gerçek kişiliklerde de sıklıkla boy gösteren bir sorun halinde. Toplumsal ahlaka aykırı bir eylem ile suçlandığında, yardım ettiği fakirleri ya da elini uzattığı bir muhtacı savunma aracı olarak kullananlara örnek bile vermeye gerek yok sanırım. Etrafımız bu insanlarla, daha da vahimi bu insanlara çanak tutan kitlelerle dolu; basınından, sivil toplum kuruluşlarına…

Ahlakı şekillendiren vicdanı, paraya tabi hale getirdiğinizde, ahlak ve iyiliği yanlış tanımlamaya başladınız demektir. Para ile rahatlatılan vicdanların çoğaldığı bir ortamda, ahlaka yer yoktur.

Hiç yorum yok: