"...sonra vurdum tekmeyi, girdim komutanın odasına..."
Avcı hikayeleri ve askerlik anıları abartının en meşhur mecraları olsa da, ego sahibi insanoğlu abartıyı yer ve zaman mefhumu olmaksızın sever. Yaşadığı deneyim esnasındaki heyecanının aynısını, anlattığı kişilerde de yaşatma ve bunun için abartma ihtiyacı hissetmesi nedenli olduğunu düşündüğüm bu davranış, marka kişiliklerinde de vücut buluyor.
Abartının marka kişiliklerindeki yansımalarını da, bizlerle olan iletişimlerindeki en etkili araçlarından olan reklamlarında yaşıyoruz. Egosunun en parladığı anlar olan reklamlarında marka, sahip olduğu ürünlerini dünyanın merkezine yerleştiriyor. Kargaya yavrusunun kuzgun göründüğü, kirpinin yavrusunu pamuğum diye sevdiği gibi, markanın da ürününe olan sahiplenmişliği elbette abes değil. Ancak asıl önemli olanın senden başkalarınca sahiplenilmesi gerekliliğinin olduğu bir ortamda, onu abartarak kabul ettirebilir miyiz gerçekten? Hele ki çok sayıda benzeri varken...
İnsan elbette farklı olanı, iyi olanı, güçlü olanı sever. Ancak artık günümüzde markalar, genellikle en fazla Amerikayı yeniden keşfediyor. Yeniden keşiflerin ötesine geçebilenler ise zaten (planlı) bir reklama ihtiyaç duymuyor.
En temel ihtiyaçlarımıza hizmet eden ürünlere sahip olan markalardan, snop ürünlere sahip markalara kadar uzanıyor abartı severler. Haliyle, temel ihtiyaçlara hitap edenlerinki abese daha yakın oluyor.
Elbette yemek yemek yalnızca doyma amaçlı yapılan bir eylem değil. Özellikle lezzet ekseninde keyif de önemli bir unsuru. Ama, örneğin bir gofret, bir insanı ne kadar heyecanlandırabilir:
Özellikle markasına yeni bir ürün kattığında ona duyduğu güveni tüketicide de hissettirebilmek adına başvurulan örneklerinden Torku'nunki. Sahip olduğu ürününün baskın özelliğine olan güvenin yansımasında da karşımıza çıkabiliyor tabi abartı. Vivident'de olduğu gibi:
Teknoloji yoğun markalar da, abartıyı en sevenlerden. Robot olarak vücut bulan Vestel örneğindeki gibi ya da ne anlatmak istediğine emin olamadığım Kia'daki gibi:
Mizaha yakın noktadaki abartıyı rahatsız edici bulmuyorum açıkçası. Konuşulma, bilinirlik artırma gibi hedeflere hizmet ediyor olabilir. Mesela paylaştığım reklamlardan Vivident reklamını bu sınıfa örnek verebilirim. Ancak gerçeküstülüğün sınırlarını zorlayan, "çok iyiyim ya" şımarıklığına varan abartının özellikle günümüzde ne kazandırdığını, markaların ne kazanmayı beklediğini merak ediyorum.
Zamanla hangimiz daha çok abartacağız bakalım yarışına girip, gülünç duruma düşülen bir çok örnekleri sizlerin de malumu kuşkusuz.
Peki, abartının pazarlamada hiç mi yeri yok?
Mizah noktasında kullanıldığında bir yerde kabul edilebilir demiştik. Olağanüstülüğün gerçeğe/gerçek olana yakın olduğu, yani abartmanın gerçek anlamına vücut bulundurulduğu anlarda ise markaya çok yakışır abartı...
Gördüğünüz gibi, abartmak istenildiğinde bunu direkt ürün odaklı yapmana gerek yok, abartıya sponsor olman, abartının nimetlerini sana getirebiliyor. "Gerçekten" abarttığında, insanlar da heyecanı ile, ilgisi ile karşılığını verebiliyor.
Avcı ve askerlik anılarındaki abartı çokluğunda, bu hikayeleri yaşayanların deneyimleri esnasında yalnız olmaları en önemli etkenlerden. Ama marka olarak senin ürünün ile yaşanan deneyim klişe tabirle 70 milyonun önünde yaşanabiliyor. Herkes, neyin ne olduğunun farkına çok daha kolay varıyor günümüzde. Biraz da bu yüzdendir ki artık tüketici, kendisine en yüksek faydayı sunana yakın oluyor. Samimi olana, gerçekçi olana gidiyor. O yüzden hikayeler anlatıyor artık büyük markalar, tüketici ile daha yakın olmak için deneyimler yaşatıyorlar.
Günümüz tüketicisine ulaşmak için abartmayı bir yana koyup, gerçeğe yakın olmaya bakmalı. Abartılmış gerçeküstülüğe değil, artırılmış gerçekliğe (augmented reality) ilgi duyma vakti artık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder