Dörtte üçü suyla kaplı dünyanın azınlık olan kara parçası
üzerinde kendine yaşam alanı bulmak zorunda olan insanoğlu, kalabalıklaştıkça gökyüzüne
doğru uzanan beton yığınlarına doluşuyor. Belki durum Avustralya’daki kadar
dramatik değil ama geçenlerde bir yerde de dünya yüzölçümünün halen %90’ının
yerleşim yeri olmayan topraklardan oluştuğunu okumuştum.
Trafikten hava kirliliğine, ölen komşuluktan güvensiz
sokaklara birçok şikayetimizin nedeni olan yaşam alanımızın kalabalık nüfusu gerçeğinde
bu boş araziler garip gelse de, coğrafi şartlardan bir arada yaşama
motivasyonuna kadar bir çok nedene de sığdırılabilir bu sıkışma!
Kuşkusuz insanlar birlikte yaşama ihtiyacı/zorunluluğu
nedeni ile topluluklar oluştururken, bu tercihlerini kaynakların (bol)
bulunduğu yerlerde gerçekleştirdi. Suya erişebileceği, meyvelerini
toplayabileceği ağaçların olduğu yerler yaşamak için en idealleriyken, haliyle
sanayi de hizmet de bu alanlarda tesis edildi. Taşı toprağı altın olan şehirler
doğurdu insanoğlu…
Ancak her şeyin bir sınırı, kaynakların kıt olduğunu da
unutmamalıydı insanoğlu. Bu unutkanlık, gün be gün metrekare başına düşen insan
sayısını artırdıkça en genel ifadesi ile insan başına düşen saygıyı azalttı.
Yaşam alanlarını daraltarak çoğalan insanoğlu bu sıkışmanın zararlarını
hissettikçe bu sefer sürdürülebilir bir dünya ihtiyacı hissetmeye başladı.
Ülkelerin yaşam standartlarından bihaber insanların önüne
konulacak bir dünya haritasından yer seçmeleri istendiğinde çoğunluğun tercihi
olması muhtemel topraklarda yaşıyor olmakla birlikte, kaliteli bir yaşam
kılacak şehirleşmede birçok ülkenin çok uzağında kaldığımız bir gerçek.
Nedenini eğitimsizliğe, tüketim sevdasına, bilinçsizliğe, geri kalmışlığa,
kültürümüze, nereye koyarsan koy, cumhurbaşkanımızın bile özlem duyduğu bir
şehirleşme için halen hiçbir çabamız olmaması bir yana kötüye gidişimiz devam
ediyor. GDO’lu ürünlerin sağlığımızı nasıl tehdit ettiğine kafa yoruyor ama
Gayrimenkul Yatırım Ortaklı bitki örtüsünü pek sorgulamıyoruz…
Şehrin yüzlerce yıllık ihtişamlı binaları,
meydanları, sokakları öyle korunmuş ki ne bir gökdelen ne de bir AVM var. pic.twitter.com/6lzTTRu2sh
—
Abdullah Gül (@cbabdullahgul) February
1, 2014
Halen Dubai’de, Hong Kong’ta, Sydney’de, New York’ta, Londra’da,
Tokyo’da olmayan bir projeye sahip olmakla övünüyor, insanları bu vaatlerle
kazanabiliyoruz! Bu ülkelerin bizden çok
daha yüksek yaşam standartlarına sahip ülkeler olmalarına rağmen böylesi
projeleri akıl edememelerinin sebebi ise, karbon salımını azaltmak için
yenilenebilir enerji, israfı azaltmak için son kullanım tarihi uygulaması gibi
işlerle vakitlerini boşa harcaması!
Şehirleri yaşanabilir topluluklar haline getirebilmenin
eminim ki birçok yolu var. Bu konuda da birçok fikir ve donanıma sahip
insanlarımız. O yüzden yapılabilecekler üzerine ahkâm kesmek haddime değil.
Ancak mantığımın kabullenmekte zorlandığı bir gerçekten bahsetmeden yazımı
bitirmek istemedim.
Günümüz itibariyle eriştiğimiz teknoloji seviyesinin yaşam
alanlarına katkıda bulunmayışını anlayamıyorum. Saniyeler içerisinde dünyanın
diğer ucundaki bilgiye ulaşabilirken, işe gitmek için günde 3 saat yolculuk
yapmak zorunda olmak oldukça saçma. Bu mantıksızlık üzerine de çok tartışabiliriz
ancak mserdark amirimiz bu konuyu gayet temiz derlemişti.
Halen yeşilin yerine beton grisini tercih ediyor (zorunda) olsak da, hiç kimse değilse küçük bir sahil kasabası hayalindeki plaza insanları bir gün hepimizi kurtaracak!
Tweet
Tweet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder