Bu Blogda Ara

sinsi pazarlama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinsi pazarlama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Yaşayan Marka Olmak... (At Bi' Sakal!)

Brian Wilson ismi muhtemelen size de benim gibi pek bi'şey ifade etmiyor. Peki, 800razors desem? Sanırım o da çok tanıdık gelmedi... Bu gerçekler altında Brian Wilson ismi ile 800razors markasını bir araya getiren bir haberin, (hemen) tüm geleneksel gazetelerde ve internet sayfalarında dahi yer almasının güçlü bir anlamı olmalı...

Bu anlam, abartılı bir sakala sahip kişiye, sakallarını kesmesi karşılığında 1 Milyon Dolar teklif edilmesinin altında gizli elbette. 

Los Angeles beyzbol takımı oyuncusu olan Brian Wilson'un, yandaki resimde de görülen sakallarına göz diken tıraş bıçağı markası 800razors, bunun karşılığında 1 Milyon Dolarlık bir bedel ödemeye hazır. Kuşkusuz, her iki ismin de pek bir anlamı olmadığı Türkiye dahi haber olmasının nedeni ise bu iki isimden de bağımsız olarak sakal kesimi karşılığında 1 Milyon Dolar teklif etme çılgınlığının şaşırtıcılığı ve dolayısıyla ilgi çekmesi.

26 Mayıs 2013 Pazar

Hashtag Altında #Marka Savaşları

Kuşkusuz ki Jack Trout ve Al Ries haklı; pazarlama bir savaştır ve buradaki düşman rakipler, fethedilecek yer ise müşterilerdir. 

Tarihin en uzun soluklu bu savaşında her geçen gün yeni stratejiler boy göstermekte ve bu savaş tam bir akıl oyunlarına dönüşmekte.

Akıl, gerçekten de günümüz pazarlama anlayışının en önemli unsuru. Müşteriyi fethedebilmek, rakibini alt edebilmek için markanın en önemli mühimmatı. Savaş meydanları ise büyüdükçe büyümekte. Tüketicinin bir alana girmesi ile markaların kılıçlarını kuşanıp o alanı savaş meydanına çevirmesi  arasında çok kısa bir süre geçiyor. İşte, son yılların bu savaş meydanlarının en büyüklerinden biri de Twitter.

Birçoğumuz için hayatımızın bir parçası haline gelen Twitter'da en özellerimizi paylaşabiliyor, bilgi alma ihtiyacımızı buradan karşılarken mutluluğumuza ve öfkemize bile burada dem vuruyoruz. Bizi tek tek tanımaya çok ihtiyacı olan markalar için de muhteşem bir mecraya dönüşüyor haliyle.

Markaların işlerini kolaylaştıran #hashtag var bir de. Birbirine benzer kişileri burada topluca bulabiliyorlar. Ortak ilgili alanına sahip kişileri bir araya toplamak için kendileri de sıkı sıkıya #hashtag'e sarılmaya başladı artık. Görsel medyada da, basılı medya da yer alsalar, reklamının dibine yerleştiriyorlar #mesajlarını...

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Olimpiyatların Sponsorları vs Sinsiponsorları...

Ülke adına sportif anlamda çokça çevrenin umut dolu olduğu Londra 2012 Olimpiyatları beklentilerin çok uzağında sonuçlarla devam etmekte. Başarısızlığın olduğu yerde nedenler bulmak zor olmuyor. Kendi farkındalığından uzak olmak, olası başarıya (bence) sporun ruhuna aykırı anormal maddi ödüller koyarak motivasyonu metalaştırmak, ülke sınırları içerisinde elde edilen "yapay" başarılar, spor öğreniminden ziyade eğitimine verilen önemsizlik, vs.vs... Açıkçası olimpiyatların bu boyutu daha çok ülkemizdeki spor yönetiminden sorumlu büyüklerimizin ilgi alanı. Naçizane serzenişlerim ardından asıl konumuz olan pazarlama boyutuna geçelim.

Genellikle olimpiyatlarla özdeşleşmiş olan ve spor pazarlamasında sponsorluk ile sıkı sıkıya bağlı olan ambush marketing'den bahsedelim. Literatürümüze "tuzak pazarlama", "sinsi pazarlama" gibi çeviriler ile girmiş olan ambush marketing; özellikle büyük spor organizasyonlarında, organizasyona ve/veya organizasyondaki yarışmacılara sponsor olmadan (maddi bir destek vermeden) sponsor algısı yaratmak şeklinde karşımıza çıkar. Sponsor markanın sağlayacağı her türlü pazarlama getirisini elde etme gayesinde doğrudan bir sponsorluk maliyeti katlanmak istemeyen marka, diğer tutundurma kampanyalarını öyle bir konumlandırır ki tüketiciler aslında sponsorluğu bulunmayan markayı zihinlerde sponsor olarak algılarına oturtur. Organizasyon alanının bir çok köşesinde afişlerini görür, televizyon reklamlarında organizasyon konumlandırmalı çalışmalar görürsünüz. Aslında Adidas'ın sponsor olduğu bir atletin koşusunu izlemek üzere televizyon karşısına kurulduğunuzda pistteki kocaman Nike Just Do It reklamı, atletin göğsündeki Adidas'tan daha çok gözünüze batabilir. Olimpiyatların resmi içecek sponsorluğu için yüksek bir maliyete katlanan Pepsi iken, her bir alanın Coca-Cola reklamları ile kaplanmış olması size Cola-Cola'nın sponsor olduğunu zannetmenize yol açabilir. 

İlk olarak 1984 Los Angeles Olimpiyatları ile ortaya çıktığı kabul edilen sinsi pazarlamanın bugüne değin tartışılan en önemli konularından olan etik boyutundan da bahsetmekte fayda var. Kimileri bu uygulamanın gayri ahlaki olduğunu düşünmekle birlikte, pazarlama dünyasında ağırlık kazanan görüşün akılcı bir hamle, rekabetin getirdiği doğal bir strateji olduğu görülmekte. Bu rekabette sponsor olmayan markanın sponsor algısı yaratma çabaları karşısında gerçek sponsorun bu algıyı kırma çabaları da kuşkusuz savaşı kızıştırmakta ve aslında kazanan pazarlama olmakta. Daha yaratıcı uygulamalar artmakla birlikte, özellikle asıl sponsorun görünür maliyetlerinin üzerine yeni maliyetler eklemesi ile de etik kısmını sorgulatmakta...

Devam eden Londra Olimpiyatlarında da sıklıkla rastlanan ambush marketing uygulamalarından örnekler için buradaki linke göz atmanızı tavsiye ederim: http://www.businessinsider.com/best-ambush-marketing-campaigns-2012-6?op=1 Güncel, güzel bir değerlendirme için de http://tomfishburne.com/2012/08/the-power-of-ambush-marketing.html tavsiye olunur...