Görsel Kaynak: http://www.humanresourcesonline.net/optimistic-work-really-help/ |
Pencerede lapa lapa yağan kar manzarası, sobanın
üstünde kaynamak üzere olan çayın sesi… Kabuğuna yediği kesikten sıyrılmaya çalışırkenki
çıtırdılarla eşlik ediyor kestane… Duvarda asılı radyoda şimdilik haberler var
ama birazdan TRT Ankara Korosu sazı eline alacak. Sobanın közünü söndürmeyi
unutmazsam, yeni günün güneşini şuracıkta sızıp kalmanın günaydını ile karşılamak
harika olacak…
Bu “arındırılmış” tasvirlere belki kitaplarda
denk geldin, belki filmlerde benzer bir sahne izledin ve hatta belki de yaşadın.
Peki, gerçekten mutlu ve huzur dolu yaşamların izleri mi bunlar? “Arındırılmış”
kısmını açmadan cevap vermek, hayatları hayal yapar… Ne diyor Matt Ridley; “Tuvalet
ihtiyacını evin dışındaki bir çukurda gidermek zorunda olmayınca, köylünün
hayatına duyulan melankoli hissini cilalamak kolaydır.”
Riddley’in can sıkan detayını biraz daha
derinleştirmek mümkün. Geceyi o sobanın yanında geçiremeyip, buz kesmiş yatak
odasına giderken bir yandan açılan uykunu tekrar getirmeye, bir yandan ısınmaya
çalışabilirsin. Gün ağardığında evde su kalmadığı şoku ile bir kaç kilometrelik
çeşme seyahati de seni bekliyor olabilir; dönüş yolu, litre litre dolu bidonların
kollara binmiş ve her adımda ağırlaşan yüküyle dolu bir seyahat.
Ya da çok daha zorlu bir seyahat…
Aslında buradaki arındırma insanın doğasının
bir gereği. Psikologların açıkladığı
üzere hatırlamada tepe noktası bilhassa mutlu anılarla ilgilidir. Yaşlandıkça,
dönüp geçmiş yıllara bakıldığında acı veren olaylar git gide bulanıklaşır.
Bunun sağlamasını, yapılan mutluluk araştırmalarında da görebilirsiniz. Bu
araştırmalarda genelde kendini çok mutlu olarak sınıflandıran insanlar
arasındaki en düşük grup, 18–27 yaş aralığındaki gruplar oluyor. Yani 20'li
yaşların aslında çok da mutlu yaşlar olmadığı sonucunu ortaya koyuyorlar. Oysa
bugün 30'lu yaşların üzerinde olanlara en güzel anılarını sorduğunuzda
muhtemelen büyük çoğunluğundan 20'li yaşlar cevaplarını alacaksınız. 20'li
yaşlar şarap gibi, yıllandıkça güzelleşiyor!
Hemen her gün, gerek gerçek, gerek sanal
çevremizde “dünyanın en kötü dönemine denk geldik” feryatlarıyla, “dünyanın
sonu geldi” karamsarlarıyla, “daha bunlar iyi günlerimiz” fütüristleriyle
yaşıyoruz. Gelen gideni aratıyor ve bugün de geleceğin gideni olacak!
O halde, Steven Pinker’in 10 maddelik
gelen-gidenler listesine bir göz atalım:
- Bir buçuk asır önce insan ömrü ortalama 30 yıldı. Bugün 70.
- Zamanın azılı katilleri; çiçek hastalığı, veba, çocuk felci, sıtma ve bir çok diğer hastalık artık emeklilik planları yapıyor.
- İki yüzyıl önce, dünya nüfusunun %85'i aşırı yoksulluk içinde yaşıyordu. Bugün bu oran %10'un altına indi.
- Gelişmiş ülkeler 70 yıldır birbiriyle savaşmıyor; büyük güçler ise 60 yıldır.
- Bütün dünyada şiddet suçları düşüyor, hem de pek çok yerde jet hızıyla.
- Küresel demokrasi endeksi hiç olmadığı seviyelerde. Dünya nüfusunun %60'ı artık açık toplumlarda yaşıyor, ki bu oran hiç bu kadar yüksek olmamıştı.
- 1820'de insanların %17'si temel eğitime sahipti. Bugün bu oran %82.
- Çocuk işçiliği, idam cezası, kadın sünneti, eşcinselliğin suç sayılması gibi insan hakları ihlalleri; cadı yakma, yamyamlık, ayak büyümesin diye giydirilen demir ayakkabılar nereyi boyladıysa o yola doğru gitmekteler.
- Küresel verilerin gösterdiğine göre; kadınlar artık daha iyi eğitim alıyor, daha geç evleniyor, daha çok kazanıyor, güçlü ve etkili konumlara daha çok geliyorlar.
- Dünyanın her yerinde IQ her 10 yılda 3 puan artıyor.
Steven Pinker’in bu kısa listesi epey fikir vermiştir ama, Yuval Noah Harari’nin şu daha kısa gidenler-gelenler listesine de bakalım:
Tarihte ilk defa çok yemekten ölen insan sayısı, gıdasızlıktan ölen insan sayısından daha fazla. Enfeksiyona bağlı ölümler azalırken yaşlılığa bağlı ölümler giderek artıyor; askerler, teröristler ve suçlular tarafından katledilenlerin toplamından fazlası kendi canına kıyıyor. 21. yüzyılın başında ortalama bir insanın McDonald’s menüleriyle tıkanmaktan ölme ihtimali kuraklık, Ebola virüsü ya da El-Kaide saldırısında hayatını kaybetme ihtimalinden çok daha yüksek.
Ölüm yine değişmez gerçek ama hamburger
yemekten ölme sorunuyla, El-Kaide saldırısı sonunda ölmekten daha kolay
mücadele edebiliriz sanki!
Önümüzde bu kadar somut gerçekler varken
çoğunluğun geleceğin bugünden çok daha kötü olacağına olan inanışı muazzam bir
çelişki. Bugünün çelişkisi de değil üstelik, Lord Macaulay tarafından 1830
yılında söylendiği gibi; “ Her çağda insanlar kendi dönemlerine kadar
insanlığın ileri gittiğini fark etmiş, ama neredeyse hiç kimse sonraki
kuşakların daha da ileri gideceğini hesap edememiştir.”
Bu çelişki anlamlandırılmaya çalışıldığında ilk
akla gelen kötümserliğin popülaretisi oluyor.
Felaket senaryoları hep yüksek reyting alır. Ve
yine bu reyting dünyanın hemen her noktasına anında erişim olanağımız olan
bugünün gerçeği değildir sadece. John Stuart Mill’in 1828 yılında Londra
Münazara Cemiyeti’nde “mükemmellik” hakkında yaptığı konuşmasında “…başkaları
umutsuzluğa düşmüşken umut eden adamın değil, başkaları umutlarını yeşertmişken
umutsuzluğa düşen adamın pek çok kişi tarafından bilge diye takdir edildiğini
gördüm” sözleri, bu kötümserliğin yalnızca ilgi çekmek aracı olmaktan öte
bir gen kalıntısı olduğunu da düşündürüyor. Yine de bu gen kalıntısı da,
ulaştığı kitle bugünkü kadar kalabalık olmasa da kendi kalabalığında reyting
arayan atalarımızdan kalmış olsa gerek.
Steven Pinker bu kötümserliğin reytingini güzel
toparlıyor:
Kan demek reyting demektir, ilgi çekmek demektir. Bu yüzden merdivenlerden düşmek veya araba kullanırken mesaj yazmak gibi asıl korkmamız gereken şeylerden değil de, köpekbalığı saldırılarından veya uçak kaçırmalardan korkuyoruz. Ve günümüzde akıllı telefonlar milyarlarca insanı olay yerinden bildiren muhabir haline getirdi. Bu da dünya sanki görülmedik ölçüde katliam ve patlamaya sahne oluyormuş izlenimi doğuruyor.
Teknolojinin, bilimin geldiği ve yüksek bir
ivmeyle gittiği yolda ne hiçbir sorunumuzun kalmayacağını, ne de benzer acılar
veren yeni sorunlar ortaya çıkmayacağını söylemek, iyimserlikten öte bir
akılsızlık olur kuşkusuz. Bunu en güzel Alain De Botton özetliyor aslında “Akıl
hakim diye, aptallık ortadan kalkmıyor.” Ve açıkcası aptallık yanı sıra
kötülük de ortadan kalkmıyor. Ama somut gerçekleri önüne koyup baktığında, iyi
insanlar kaybedebilir ama iyilik uzun vadede her zaman kazanır tezinin
doğruluğu her geçen gün daha çok doğrulanabiliyor.
Kötümser olmak tamamiyle de kötü bir şey değil
ayrıca. Aksine, dünya tarihini bugünkü seviyeye getirenler, karamsarlığa
kapılan ama bununla mücadele etme motivasyonuna sahip olanlardı. Daha
güzel ifadesiyle dünyadaki kötülükleri dert edenler taşıdı dünyanın
yükünü. Matt Ridley de iyimser tanımını böyle inşa ediyor: “iyimser,
dünyanın kusursuz olmadığını düşünen ve daha iyi hale getirmek isteyen kişidir.”
Zaten bu yazının başlığını da, okuyup geçmeden, üzerinde biraz düşünülmesi
gereken sözleriyle yine o atıyor: İyimser Olmaya Cüret Etmelisiniz!
Kaynaklar:
- Akılcı İyimser: Refahın Evrimi — Matt Ridley (Çeviren: Mehmet Doğan) — Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi — 1.Baskı Ağustos 2013
- Hayvanlardan Tanrılara Sapiens — Yuval Noah Harari (Çeviren: Ertuğrul Genç) — Kolektif Kitap — 2.Baskı Mart 2015
- Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi — Yuval Noah Harari (Çeviren: Poyzan Nur Taneli) — Kolektif Kitap — 1.Baskı Aralık 2016
- Gelecek Daha Güzel Günler Mi Getirecek: Pinker ve Ridley, Botton ve Gladwell’e Karşı / Munk Münazaraları — Domingo Yayınları — Nisan 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder