Bu Blogda Ara

24 Nisan 2008 Perşembe

Dünya'nın En Değerli Markaları 2008: Zirve yine Google'un

Nielsenin Türkiye’nin markalar ligi çalışmasının ardından MilwardBrown’da 21 Nisan’da Dünya’nın en değerli 100 markasını açıkladı. Bu yıl da en değerli marka GOOGLE.

Google, MilwardBrown’ın 2007 sonuçlarında yine ilk sırada yer alırken, bu sene ilk sıradaki yerini önceki seneye göre marka değerini 66,434 milyar dolardan 86,057 milyar dolara yükselterek sağlamlaştırdı. Google’ın bu hızlı yükselişini ise 2006 değerine ve sıralamasına bakarak daha iyi görebiliriz. Google’ın 2006 yılındaki ilk 100 içerisindeki yeri 7.lik ve değeri 37,445 milyar dolar!!!

İlk 10 sıraya baktığımızda da bir önceki senenin ilk beş sırasının aynen yerinde kaldığını görüyoruz.
1. Google,
2. GE,
3. Microsoft
4. Coca-Cola
5. Chine Mobile

Bu sıralamaya baktığınızda sizi en şaşırtanın Chine Mobile olduğunu düşünüyorum. Gerek mobil operatörlerin günümüzdeki yükselişi, gerek teknoloji gereksinimlerimizin artışı ve de bunlarla birleşen Çin nüfusu, sanırım bu Chine Mobile’ın 5. Sıradaki yerini açıklıyor. Ayrıca Çin’in uluslar arası ticarette geldiği noktada burada önemli etken. İlk 100deki tek Çin markası da Chine Mobile değil. Bank of Chine, Chine Construction Bank ve ICBC de ilk 100 içerisinde yerini almış. Sanırım yavaş yavaş Çin malı adi maldır zihniyetinden de çıkmamız gerekiyor. Yıllardır izledikleri politikayla kaliteyi, marka yönetimini, pazarlamayı da ciddi anlamda öğrendiler. Şu an ilerledikleri nokta taklitçi üretimden Japonya’nın tahtına doğru bir serüven gibi gözüküyor. Çin’in dışında Asya’dan listeye girenler ise, Japon, Kore ve Hong-Kong markaları.

Listede ilk beşin ardından gelen markalar ise;

6. IBM
7. Apple
8. McDonald’s

9. Nokia

10. Marlboro

İlk 10 içerisinde önceki yıla göre marka değerinde azalma kaydeden tek marka Marlboro. Bunun karşılığını da listede 6.lıktan 10.luğa düşerek almış. Aynı şekilde bir önceki yıl 7. sırada yer alan Wall-Mart’ta -%6’lik bir düşüşle bu yıl 13.lüğe gerilemiş, Citi grupta bir önceki yılki 8.liğini -%10 düşüş ile kaybetmiş ve 15.liğe gerilemiş. Apple ve IBM ise değerini çok ciddi anlamda yükseltmişler. Applee %123’lük bir değer artışı ile 16.lıktan 7.liğe, IBM ise %65’lik bir değer artışıyla 9.luktan 6.lığa yükseltmeyi bilmişler. Toyoto da, bir önceki yıl yer aldığı 10. sırayı %5’lik değer artırışına rağmen 12.liğe bırakmış. Bunda, McDonalds’ın %49’luk, Nokia’nın %39’luk ve Vodafone’un %75’lik değer artışı rol oynuyor.

Listede en yüksek değer artışı gösteren markalar ise sırasıyla; BlackBerry(%390), Apple(%123), Amazon(%93), China Construction Bank(%82), Vodafone(%75). Blackberry’nin artışı gerçekten çarpıcı, değerini tam dört kat artırmış. Teknoloji şirketlerinin, özellikle de mobil teknolojisinin yükselişinin en iyi örneklemesi sanırım bu. Listenin geneline de baktığımızda 100 markanın 28’i mobil operatörlerinde içine katıldığı teknoloji sektöründen. Bu sektördeki markaların değerlerindeki artış, ilk 100’deki toplam değer artışının yarısından fazla. Yakın çağ bitti, internet çağı veya teknoloji çağı artık tamamen başladı sanırım.

Ayrıca bu sene listede ilk kez birde Rus markası yer alıyor: MTS. MTS’de bir mobil operatör markası. Gördüğümüz gibi Ruslarda da ciddi atılımlar var. Ayrıca MilwardBrown’un değerlendirmesine göre, Rusya MTS ile de kalmayacak. İleriki yıllarda yine Rusya’dan Lukoil(Akaryakıt), Beeline(GSM) ve Baltika(Bira) markaları da bu listeyi zorlayacaklar. Ayrıca Hindistan’dan ICICI(Banka), Brahma, Brezilya’dan da Petrobras(Akaryakıt) ve Bradesco(Banka) markaları da ilk 100’ü bu sene zorlayan ve ileriki yıllarda girmesi olası markalar olarak belirtilmiş.

Özellikle Rus, Hindistan, Brezilya markalarını gördükten sonra, herkes gibi bende neden bir Türk markası bu listeye giremiyor veya en azından zorlayamıyor diye hayıflanıyorum. Ancak bu konuda ümitliyim. Ülkemizin şartları ne olursa olsun -ekonomik durumu, olumsuz ülke algısı vb.- pazarlama ve marka yönetimi alanlarında da hızla geliştiğimizi düşünüyorum. Tekstil sektöründen bir markamızı bu listeye sokabiliriz: mesela MaviJeans. Nielsen’in Türkiye Markalar ligindeki durumuna rağmen Efes’te adaylarımdan birisi. Mobil operatörlerin bu yükselişi sonucu da, New York Borsasında işlem gören markamız Turkcell’in de bu başarıya aday olduğunu düşünüyorum. İleriki süreçlerde de Garanti Bankasının veya BonusCard’ı da ilk 100’ü zorlayacak potansiyel Türk markaları olarak düşünüyorum.

Son olarak araştırmanın kapsamından da bahsetmek gerekirse; bu çalışma Dünya genelinde 50.000 üstünde marka ile 1 milyon tüketiciden fazla kişiyle görüşülerek gerçekleştirilmiş. Dünya genelinde marka değeri çalışması yapan bir diğer lider kuruluşta Interbrand. Piyasalar tarafından sonuçlarına önem verilen Interbrand’ın da sonuçlarının incelenmesinde yarar var. Birbirine yakın çalışma stilleriyle sonuçları da kısmen benzerlikler taşıyor.

MilwardBrown’un ilk 100 listesinin tamamını görmek, değerlendirmelerini okumak, diğer çalışmalarına bakmak isterseniz www.milwardbrown.com/mboptimor , http://www.brandz.com/ ve http://www.ft.com/ sitelerini ziyaret edebilir, yaklaşık 30 sayfalık değerlendirme kitapcığını da bilgisayarınıza indirebilirsiniz. Interbrand çalışmalarını merak edenlerde, http://www.interbrand.com/ sitesini inceleyebilir.

18 Nisan 2008 Cuma

Hoşgeldin IP

Elbette hoş gelen bilgisayarlarımızın Internet Protokolleri değil, Marketing Türkiye'nin sektöre yeni armağanı İnteraktif Pazarlama Dergisi.
İnteraktif Dünya'nın her alanı sarması ve özellikle pazarlama ile işbirliğinin geldiği nokta sanırım bu dergiyi zorunlu kıldı. Uzun zamandır sektör dergilerinin bir çoğunda interaktif sayfalarıyla karşılaşıyoruz, interaktif konulu haberleri okuyoruz. Hızla artan bloglar, mobil pazarlamanın gelişimi, e-ticaretin ticaret hacmi içerisinden aldığı payın yükselişi interaktif pazarlamayı çok önemli bir hale getirdi. Esasen artık Dünya'nın sanal alemde dönmeye başlaması, tüm bilgilerin, özellikle de en güncel olanlarının elektronik ortamlarda yer alması bunun en güzel açıklaması sanırım.
İnteraktif dünyadaki gelişmeleri çok daha yakından inceleyebileceğimiz, uzman görüşleriyle vizyonumuzu geliştirebileceğimiz, tavsiyeler alacağımız bir dergimizde var artık ve sadece interaktif pazarlama alanında uzmanlaşmış bir dergimiz. 15 Nisan 2008 tarihiyle yayın hayatına başlayan IP'nin Genel Yayın Yönetmenliğini Günseli Özen Ocakoğlu, Yazı İşleri Müdürlüğünü ise Burçin Tarhan yürütüyor. Bu müjdeli haberi Sayın Tarhan ile bir konu hakkında yazıştığımız mail ve Marketing Türkiye web sitesindeki haberden aldım ve burdan da paylaşmak istedim.(Her zamanki gibi dergimide gidip aldım tabi :))

Artık takip edeceğimiz yeni bir dergimiz daha var. Üstelik ekstra bir ücret ödemeye gerek kalmadan. Yani Marketing Türkiye almak için yeni bir neden daha. Yolun açık olsun IP :)

15 Nisan 2008 Salı

Bu Organik Tarım'da Kesin Bir Pazarlamacının Parmağı Var!!!

Son zamanların en gözde kelimesi hiç kuşkusuz “sürdürülebilirlik”. Her alan da sonuna bir terim eklenerek irdelenmekte, gündeme getirilmekte: sürdürülebilir fiyatlama, sürdürülebilir dağıtım, sürdürülebilir promosyon, sürdürülebilir tüketim, sürdürülebilir üretim ve pek tabi sürdürülebilir pazarlama ve daha nice sürdürülebilirler…

Sürdürülebilirlik konusu bu sene Adana’da düzenlenecek 13. Ulusal Pazarlama Kongresi’nin de ana teması. Ve bu kongrenin ilgili sitesi http://pazarlama2008.cu.edu.tr/ adresinde de sürdürülebilirlik şu şekilde tanımlanmış: “Sürdürülebilirlik, bir toplumun, ekosistemin ya da sürekliliği olan herhangi bir sistemin işlerini; kesintisiz, bozulmadan, aşırı kullanımla tüketmeden, ya da ana kaynaklara aşırı yüklenmeden sürdürebilmesi yeteneğidir.” Yani sürdürülebilirlik, doğamıza yönelik, yaşam alanlarımızı daha yaşanası kılmak amaçlı, daha bilinçli tüketiciler olmamızı hedefleyen bir anlayış. Hiç kimsenin hayır demeyeceği ve destekleyeceği bir anlayış. Burada esasen sürdürülebilirliği pek ele almayacağım, biraz daha geçmişe gidip organik tarıma değineceğim.

Biraz daha geçmişe gideceğim dememden kasıt, sürdürülebilirlik bu kadar revaçta olmadan önce birkaç yıl öncesinden her yerde duymaya başladığımız organik tarım ifadesinin, bu güne kadar hızla kullanımının artması, her şeyin organiğini arar olmamız. Organik domates, organik elma, organik çilek vesaire vesaire… İşte bu organik tarım hikâyesi de sürdürülebilirlik anlayışıyla aynı yönlü. Zaten organik tarıma da artık sürdürülebilir tarım denildiğine de sıklıkla rastlıyoruz. Ve iddia ediyorum bu organik tarım fikri bir pazarlamacının işi. En azından pazarlama tarafı baskın olan birisinin.

Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı organik tarım tanımını ve amacını şu şekilde yapmış: “Organik Tarım; üretimde kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir. Organik tarımın amacı; toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden, çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumaktır.” Şimdi benim burada itirazlarım var. Yıllarca hormonlu besinlerin satılmasından, gübreli gıdalarla beslendiğimizden şikâyet ettik. Bu uygulamaların yanlış olduğunu sadece satın alan değil, satan da kabul ediyordu ve ısrarla hormon kullanmış da olsa bunun böyle olmadığını iddia ediyordu. Şimdi ise en yetkili kurumdan, pazardaki satıcıya kadar hepimiz bu kimyasallara karşı savaş açtık. Yani birden bu uygulamanın varlığını tüm toplum aynı anda kabullendik. Diğer bir itirazım yine aynı düşünceden doğuyor. Zaten olması gereken her şeyin doğalı değil midir? Pazara çıktığımız da, markete gittiğimizde ısrarla hormonsuz değil mi? sorusunu sorarak alışveriş yapıyorduk zaten. Öyle ve ya değil bilememekle beraber, bize hormonsuz olduğu söylendiği için satın alıyorduk. Ama şimdi ne çıktı? Birden hepimiz organik ürünler ister olduk. Ve bunlar için kat be kat fazla paralar ödemeye razı olduk. E biz eskiden de zaten hormonsuz ürün talep edip onu alıyorduk, şimdi de hormonsuz ürünü talep ediyoruz ve alıyoruz ama çok daha fazlasını vererek. İşte bu yüzden bu işin içinde mutlaka pazarlamacılar var!!! Aynı ürünü algılarımızla oynayarak, “jan jan”lı bir isim ile yüksek kârlarla satıyorlar. Bunu ancak bir pazarlamacı yapar.

Aslında organik tarım çıktı çıkalı, yoğun kimyasallı ürünlerde meşru olmuş oldu. Aynı domatesin bir hormonlusu, bir de organiği yan yana satılabiliyor. Maddi durumunuz iyi değilse, sağlığınızı çok fazla önemsemeden cebinizi düşünüp hormonluya yöneliyorsunuz. Maddi durumunuz iyi ise, hatta biraz bile iyi ise organik olana. Hem de fazlasıyla ödeyerek. Sonuçta sağlık söz konusu olan. Hele bir de çocuk sahibi iseniz isterse on katı olsun, alınacak olan organik olanı.

Elbette organik tarımı sadece hormonlu hormonsuz ürün ayrımıyla açıklamak doğru değil. Çok daha geniş kapsamlı, üzerinde uluslar arası projelerin yürütüldüğü çok ciddi ve profesyonel bir anlayış. Ama işin güncel, yaşamımızda ki boyutu daha çok yukarıda açıkladığım şekliyle. Yani bu işin içinde kesin pazarlamacılar var, KESİN!!! :)

Aslında sürdürülebilirlik ve bunun paralelindeki organik tarım, yeşil pazarlama, kimyasını bozduğumuz dünyamızın geri kazanılmasına yönelik çabalar. Bir rekabettir, bir koşuşturmacadır önceliklerimizi arka planlara itip(sağlık, doğa, huzur, mutluluk vb…) çok fazla maddiyat odaklı olduk. Şimdi biraz biraz bunu düzeltmeye çalışıyoruz. Yine son zamanların önemli eğilimlerinden “yavaş yaşam/slow life” da bunun güzel örneklerinden birisi. Çok hızlı yaşamaya başladığımız hayatı artık yavaşlatmanın zamanının geldiğini, kendimize, ailemize, doğaya daha fazla vakit ayırmamız gerektiğini savunuyor slow life. Daha sosyal olmamız gerektiğini söylüyor.

Belki bunları bir gün başaracağız: daha yeşil doğamız, yavaş/sakin bir hayatımız, hormonsuz yiyeceklerimiz, uzun yıllar yeterli enerjimiz, sağlıklı vücutlarımız olacak. Sonra mı? Yine sil baştan, onları tüketmeye eski hızıyla devam ve sonra tekrar sürdürülebilirlik…

10 Nisan 2008 Perşembe

Vodafone'un Postmodern Geyikleri!

Vodafone’un “skandal” “çokmuş ya” “ay çok uzak” reklamlarının ardından “geyik” reklamlarıyla tanıştık. İlk yayınlanmaya başladığı günlerde konuşulmaya başlayan reklamlar halen herkesin dilinde.

Kısa kesmeyin mesajlı ilk reklamları, farklı tepkilerle ifade edildi. Kimi için çok hoştu, kimi için yersiz. Güzel bulanlar, eğlenceli bir uygulama olmasının yanında bizleri iyi ifade eden bir reklam olarak yorumluyordu. Yersiz olduğunu ifade edenler de zaten biz çok konuşmayı severiz vodafone’un bunu vurgulamasına gerek yok diyordu. Elbette her şeyde olduğu gibi bu reklamlarda da farklı düşüncelerin olması çok normal. Ama tartışılmayacak bir şey var ki, öyle veya böyle bu reklamların başarılı olduğu. Çok konuşulmayı başardı sonuçta. Ekonomik sonuçlarını bilmiyorum tabii ama satışlarda da önemli bir başarı gösterdiğini düşünüyorum.

Geyikli reklamlar da aynı etkiyi gösterdi ve benzer tepkileri aldı. Zaten önceki reklamlardan çok da bir farkı yoktu. Geyiklerde bir teaser/merak kampanyası vardı. İlk amaç merak uyandırmaktı ki bu da fazlasıyla hedefine ulaştı. Arkadaş sohbetlerinde, bloglarda konuşulan bu geyiklerin ne olduğuydu. Hemen hemen herkes geyik muhabbetine bir gönderme olduğunu tahmin ediyordu elbette ama nasıl bir kampanya olacaktı? Neleri içerecekti bu kampanya? Bu da sonuçlandı ve kampanyanın, gün içinde sürpriz bir mesajla 30 dakika geyik muhabbeti yapma olanağı sağladığı anlaşıldı. Bana da geldi bu mesajlardan ve aldığımda gülümsetti. Ama verdiği süre dolduğunda gelen mesaj daha da eğlendirdi beni. Mesaj aynen şöyle: “Geyik seni bekledi bekledi gitti Vodafone’lu! 30 bedava geyik dakikası kazanma şansını kaçırdın. Telefonu açık tut, geyiğin kalbini kırma.” Şimdi merak ediyorum mesaja cevap atıp, bu şansı kullansaydım ne diyecekti acaba geyik? Bir dahaki hakkımı kabul ederek kullanacağım. Ayrıca herkesin, özellikle gençlerin ağzına sakız olmuş bir tamlamayı, “geyik muhabbetini” de kendine mal etmiş oldu Vodafone. Şimdi ne zaman bir geyik muhabbeti lafı geçse o ortamda mutlaka Vodafone’la ilgili bir geyik dönecek! Örneğin “-geyik yapma” tarzında bir söyleme “-ben yapmıyorum vodafone yapıyor gibi!!” Bu da bir marka için önemli bence.

Peki, vodafone’un bu reklamları neye hizmet ediyor? Alıştığımız reklamların farklı tarzları, mesajları vardır. Değerli hocam, Yavuz ODABAŞI Postmodern Pazarlama(MedaiCat) kitabında şöyle diyor: “Modernist yaklaşımda reklam… Tüketicinin daha çok rasyonel tarafına yüklenerek, “yeni ve geliştirilmiş” , “şimdi daha ucuz” , “hemen alın karlı çıkın” , “ekonomik ve faydalı” türündeki mesajlara yer verir. “ Bu reklam bunlardan hangisini yerine getiriyor? Yeni ve geliştirilmiş bir ürün veya hizmet yok, aynı hizmet içerisinde fazladan 30 dakika hizmet var. Şimdi daha ucuz değil, tarife fiyatları aynı, sadece 30 dakika geyik yapma ihtiyacınız varsa bunun bedelinden kurtuluyorsunuz, o da bir seferlik. Hemen alıp karlı çıkılacak bir durum yok. 30 dakika geyik yapmak için gidip hattımı değiştirmem. Ekonomik ve faydalı, evet ama sadece kısa bir süre, ürünün bana devamlı sağladığı bir ekonomiklik yok. E o zaman modernist yaklaşımı yakalayamadık. Peki, hangi yaklaşım: tabii ki postmodern yaklaşım. Geçenlerde derste de bu reklamlardan biraz bahsetmiştik Yavuz Hocamızla ve postmodern pazarlamanın Türkiye’deki babası diyebileceğimiz hocam bu reklamların postmodern reklamlar olduğunu söylemişti.

Bildiğimiz gibi postmodern birey özgürdür, kesin doğrular, kesin yanlışlar yoktur. Estetik önemlidir. Bu reklamda olduğu gibi illa bir fayda beklemez, onunla eğlenmesi yeter. Hatta o reklamla eğlenmesi onu, fayda sağlamasından daha çok o markaya çekebilir. İşte Vodafone’un geyikleri bu anlayışa hizmet eder. Yani o geyikler bizim bildiğimiz geyikler değildir, “postmodern geyiklerdir”. Son olarak geyik kullanımının postmodern olduğunu kanıtlayan ipuçlarını yine Yavuz Hocanın Postmodern Pazarlama kitabından alıntılarla belirtiyim:

geleneksel sanat geçmişten, tarihten imajlar kullanırken, postmodern sanat modeli dünya ve tüketimden imajları ödünç alarak kullanmaktadır.”(syf.168)

“Postmodern durumda, söylem ve görüntü olarak reklam üretime bağlı, ona göre ikincil durumda görülmemektedir. Aksine, toplumun bir aynası olarak görülüp kabul edilir.”(syf.171)

“Kitlesel üretim ve kitlesel pazarlamadan uzaklaşan yapısıyla postmodern uygulamalar, farklılıklara, çokluklara ve herkesin kendine özgü davranışlarına önem vermektedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri sürekli değişerek çoklu kimlikler, davranışlar geliştiren postmodern bireyin varlığıdır.”(syf.174)

9 Nisan 2008 Çarşamba

BLOG ÖDÜLLERİ 2008

İlk giriş yazımda da değim gibi bloglarlar artık günümüzün vazgeçilmez ifade mecraları. Düşüncelerini, görüşlerini, kendisini, kızgınlıklarını, sevinçlerini, entellektüel bilgisini toplumla paylaşmak isteyen kişiler bunu bloglar sayesinde özgürce gerçekleştirebiliyorlar. Geri dönüşler alabildiklerinde, bloglarının hitleri arttığında da bu yolda daha da cesaretleniyorlar. Cesareti ve ciddiyeti artıracak ve heyecanı yükseltecek en önemli etken ise şimdi başlıyor bence: "Blog Ödülleri 2008"

Blog Ödülleri 2008; bu yıl ilki düzenlenecek ancak bundan sonra her yıl geleneksel olarak gerçekleştirilecek olan 10 kategoride Türkiye'nin en iyi bloglarını seçen bir organizayon. Organizasyon yöneticisi bloglama çok anlamlı bir çalışmaya imza atmış. Tüm Dünya'da olduğu gibi Türkiye'de de hızla artan blog trendini daha profesyonel yapma konusunda ve bu mecra içerisine kendini atanlara cesaret verme adına büyük bir düşünce. Organizasyonu destekleyen sponsorlarla da işin ne kadar ciddi olduğu ortaya koyulmuş. Microsoft, MediaCat, kurumsalhaberler.com, fikrimühim.com, mdmbilişim bu organizasyonu destekliyorlar. Sonuçlarla beraber çeşitli ödüller verilecek elbette ama buradaki en büyük ödül zaten blogunuzun reklamını yapma şansınızın doğması ve verilen emeklerin en ciddi şekilde karşılık görmesi.

Açıkcası yarışmayı görünce çok heyecanlandım ve hemen başvurdum. Şartları sonradan okudum ve en az 6 aylık blog geçmişi ve en az 50 yazı kriterleri hevesimi kursağımda bıraktı. Ama çok sayıdaki blog içerisinde yapılması gereken doğru bir ön eleme sanırım. Eğer gelecek vaad eden bloglar kategorisi olsaydı belki o zaman marketman-onair'in de bir şansı olurdu :) 1,5 ay ve 35 yazı ile kaçırdığım bu şansı 2009'da kullanacağım.

Sonuçlarını merakla bekliyorum hatta oylama sürecini. Çünkü o süreçte de keşfedemediğim bir çok blogu keşfetme şansını yakalayacağım. Özellikle reklam ve pazarlama kategorisinde.

Ayrıntılı bilgi için; http://2008.blogodulleri.com/ , http://blog.blogodulleri.com/ adreslerini inceleyebilirsiniz.

Tüm blog sahiplerine başarılar... İyi olan kazansın... :)

7 Nisan 2008 Pazartesi

Türkiye Markalar Ligi Nielsen 2007 Sonuçları: Şu Arçelik'i biri durdursun!

Uluslararası pazar araştırma şirketi Nielsen bu yılda merakla beklenen Markalar 2007 Türkiye araştırmasını sonlandırdı. İlk göze çarpan geleneğin bozulmaması ve Arçelik'in Türkiye markalar liginde "şov" yapması.

Arçelik yine; "ilk hatırlanan", "ilk akla gelen", "tüketicinin kendisine en yakın hissettiği marka" unvanlarını kimseye kaptırmadı. Yine derken ikinci veya üçüncü kez anlaşılmasın, bu gelenek 10 yıldır böyle devam ediyor. En çok hatırlanan ikinci marka da Ülker oldu. Birinci sırada beyaz eşya devi, ikinci sıra da gıda devi(gerçi son senelerdeki farklı yatırım alanlarına yönelmeleri marka bilinirliklerinde etkili olmuş olabilir.) Bu iki markayı Beko ve Adidas 3. sıradan takip ediyor. İlk üçe baktığımızda iki Koç markası. Arçelik ve Beko maşallah koç gibiler.




Ülker'in bu yüksekilişine baktığımız da dediğim gibi yeni yatırım alanları, yeni sektörler, yeni ürün kategorilerinin etkileri yanı sıra son yıllardaki sponsorlukları da önemli bir etkiye sahiptir. Özellikle spor alanında yapılan sponsorluklar; Milli Takım ana sponsorluğu, dört büyüklere yapılan sponsorluklar ve bu bağlamda futbolcu transferlerinde kaynak yaratma, basketbol liginde takım isim hakkı alma (fenerbahçe ülker, alpella, cafe crown vb..) faaliyetleri gibi. Ülker yatırımlarının karşılığını almaya devam ediyor. Arçelik'i geçermi, kısa dönemde zannetmiyorum ama aradaki farkı kapatmaya önümüzdeki yıllarda da devam edecek gibi görünüyor. Gerçi başta da dediğim gibi Ülker mi bunu başarır ama biri şu Arçelik'i durdursun!! İşin esprisi bi yana Arçelik gerçekten benimde çocukluğumdan beri en çok duyduğum, en çok aşina olduğum marka ismi. Devamlı genç kalmayı başarıyorlar. Nasıl ki global pazarda Coca-Cola asırlık bir marka olmasına rağmen sürekli genç kalıyorsa, ulusal pazarımızda da bunu Arçelik başarıyor. Hatta artan bir oranda büyüyor bilinirliği. Ama hakkını verelim burda Çelik'in etkisi de oldukça büyük bence.

Araştırma 116 ayrı kategoride gerçekleştirilmiş ve bu kategorilerdeki en fazla bilinen markalar saptanmış. Bu 116 markayıda burada yazmıyacağım ama göze çarpanlara bir bakalım:

Kategori / Marka

Akaryakıt Şirketi / Shell

Banka / İşbankası

Bilgisayar / Casper

Bira / Efes Pilsen

Bisküvi / Ülker

Bulaşık Makinesi / Arçelik

Buzdolabı / Arçelik

Cep Telefonu / Nokia

Cep Telefonu Operatörü / Turkcell

Cips / Doritos

Çamaşır Makinesi / Arçelik

Çikolata / Ülker

Deodorant / Nivea

Diş fırçası ve macunu / İpana

Dondurma / Algida

Elektronik Market / Teknosa

Fast Food Restaurant / Mc Donald's

Gazete / Sabah

Gazlı Meşrubat / Coca-Cola

Hazır Kahve / Néscafe

İnternet Servis Sağlayıcı / TTNET

Kargo şirketi (Yurt İçi) / Yurtiçi Kargo

Kargo Şirketi(Uluslararası) / Aras Kargo

Kot / Levi's

Margarin / Sana

Sanatçı / Hülya Avşar

Futbolcu / Hakan Şükür

Müzik Seti / Sony

Otomobil / Renault

Pil / Duracell

Sakız / Falım

Sigara / Marlboro

Spor Ayakkabı / Adidas

Damacana Su / Erikli

Süpermarket / Migros

Şofben / Arçelik

Televizyon / Arçelik

TV Kanalı / Kanal D

Listedeki bir çok marka benim içinde aynen geçerli, ancak bir kaç marka üstünde durmak istiyorum. Öncelikle bilgisayar: Casper kesinlikle ve kesinlikle benim aklıma gelen ilk bilgisayar markası olmazdı. Ben de son derece kötü bir imajı var. Casper lafını duyduğumda buram buram ucuzluk hissediyorum. Düşük kalite, ucuz fiyat. Açıkçası bunun nedenini çok net açıklayamam ama sonuçta bende böyle bir konumlandırması var. Ayrıca yalnızda değilim, çevremdeki bir çok kişi de aynı düşüncede. Gerçi burda şunu da belirtmekte faryda var, her zaman için akla ilk gelen marka kategorisinin en iyi markası olacak diye de bir şey yok. Ama yine de bu araştırma denekleri içinde olsaydım Casper cevabını kesinlikle söylemezdim. Hatta ilk 5 bilgisayar markası deseler yine bu 5 içinde saymazdım sanırım.

Bir diğeri deodorant: Nivea cevabı da açıkcası beni şaşırttı. Nivea dedildiğinde benim aklıma ilk gelen şey vücut ve yüz kremi, deodorant denildiğinde de Rexona. Rexona denildiğinde aklıma gelen tek şey deodorant ayrıca ama Nivea dediklerinde deodarant cevabım en iyi ihtimal ikinci sırada yer alır.

Elektronik market cevabına da değinmek istiyorum. Benim gözlemlediğim kadarıyla diğer teknomarketler çok daha sağlıklı büyüyor ve glişiyorlar. Teknosa ciddi anlamda bu alanda ilk olmanın keyfini sürüyor bence. Önümüzdeki yıllarda burada Bimeks, Media Markt markalarından biriyle karşılaşacağız diye düşünüyorum. Özellikle dağıtım alanları, bayii sayıları Teknosa'ya yaklaştığı zaman.

TTNET'de önemli burada; bir yılda bilinirliği en hızlı yükselen marka ünvanını kazandı. Tabii bunda gelişen teknoloji ve halkın bu gelişme paralelinde internet erişimine ihtiyacının ve isteğinin artması ve internet hizmetindeki ucuzluğun önemli etkisi var. Burda ciddi bir etkende hiç kuşkusuz Cem Yılmaz.

Çok ciddi bir itirazım da uluslararası kargo şirketlerine: tabii itirazım Nielsen'e değil, UPS,DHL ve TNT'ye. Bu kategoriyi Aras Kargo'ya kaptırıyorlarsa diyecek hiçbir şeyim yok. Satışlarda bunun böyle olmadığına eminim, yani Aras Kargo yurtdışı gönderilerinde bu 3 firmanın hiçbirinden daha yüksek ciro yapmıyor, zaten bu alanda da çok fazla satış geliştirme çabasında bulunmuyor. Hele hal böyleyken bu kategoriye Aras Kargo cevabı geliyorsa, tüketicilere bir farkındalık ve konumlandırma çalışması şart gibi gözüküyor. Yurtiçi kargo şirketleri sonucuna ise hiçbir sözüm yok; cevap kesinlikle Yurtiçi Kargo

Marka sanatçılara ise hiç değinmek istemiyorum, benim oyum da %50 olan markalaşmış sanatçı yok seçeneğine. 100 üzerinden 8 değer alan Hülya Avşar markasına geçenlerde devlet tarafından verilen "önemli" marka ödülüne de güzel bir gönderme var bence!!!

Liste de gördüğümüz gibi jenerik markaların oldukça büyük başarıları var ve en çok kategori birinciliği de yine Arçelik'te.

Bu araştırmanın üç büyük kentte 1401 denek üzerinde yapıldığını da belirtmek gerekir. Her sosyo ekonomik grup eşit temsil edilmiş ancak elbette burada birinci sıraya yansımayan cevapların varlığı da unutulmamalı. Ayrıca bu üç şehir dışında da bazı yerel alışkanlıklardan dolayı cevapların değişebileceği gerçeğide var. Örneğin damacana su kategorisini Eskişehir'de sorarsanız tahminim %90 civarında Kalabak Su şeklinde olacaktır.

2008 markalar sonuçlarını bekleyip göreceğiz, kim nereden nereler gelmiş? Bunlar da neler etkili olmuş? Şirketlerin ileriye dönük stratejilerini bilmesemde, başlarına bu yıl içinde neler geleceğini bilemesekde benim şu an için gelecek yıla ait öngörüm, Arçelik'in yerini koruyacağı(sanırım bu herkesin öngörüsü :)) Ülker'in biraz daha bu farkı azaltarak ikinciliği koruyacağı, TTNET'in bu yılki oranda olmasa da bilinirliğini artırarak öenmli yerlere geleceği, Teknosa'nın koltuğunun sallanacağı, Efes Pilsen'in ilk hatırlanan markalar sırasında ilk 10'u zorlayacağı, LCW'nin de bu sıralamada gerilere düşeceği yönünde. Ayrıca yerlerini kaybetme riskinin en yüksek olduğu kategoriler ve markaları olarak da; Çay/Çaykur, Uluslararası Kargo Şirketi/Aras Kargo, Kolonya/Selin, Saç Jölesi/Hobby, Un/Sinangil, eşleştirmelerini görüyorum. Hatta başta Un/Sinangil eşleşmesi olmak üzere bu kategorilerin bazılarında yeni yaratılacak güçlü markaların bile bir sene içerisinde zirveye yerleşme şansı var diye düşünüyorum.

2 Nisan 2008 Çarşamba

Kampüste MARKETING'08

Marketing Anadolu kulübünün bir gelenek haline getirdiği kampuste marketing etkinliğinin bu seneki lansmanı pazarlama şenliğiydi. 29-30 Mart tarihlerinde iki gün süren etkinlik son derece keyifli ve doyurucuydu.

29 Mart günü sayın rektörümüz Prof.Dr. Fevzi Sürmeli'nin konuşmasıyla başlayan etkinlik, Prof. Dr. Zühtü Alkan'ın yönetiminde A.Ü. Halkla İlişkiler Müdüresi, Projecthouse kurucuları Cüneyt Devrim, Serhat Akkılıç ve Coca-Cola Pazarlama Varlıkları Grup Müdürü Levent Soygür'ün açılış konuşmaları ile devam etti. Bu açılış panelinde en çok ilgi gören Levent Soygür'dü. Önceki organizasyonda da konuşmacı olarak katılan Levent Bey içten konuşması ve önemli tavsiyeleriyle biz gençlerden büyük beğeni topladı.



Organizayon konuşmacılarına geçtiğimizde ilk olarak Trendgrup kurucularından Nurhan Keeler kablosuz gençlik adlı sunumunu gerçekleştirdi. Gençlerin hangi trendleri takip ettiğini, yaşam tarzlarına göre nasıl sınıflandırıldıklarını ve bu sınıflandırmaların pazarlamacılar açısından önemi ile ilişkisini vurguladı. Zevkli ve farklı bir tecrübeydi.

Keeler'in ardından sıra hepimizin sabırsızlıkla beklediği isim Mustafa İçil'deydi. Google Türkiye Pazarlama Direktörü olan İçil, bu görevinden önce iki yıl Apple'da görev almış ve Apple IMC - Türkiye'yi kuran ekipte önemli rol oynamış. Onun öncesinde de 8 yıl kadar Microsoft'ta çalışan İçil, burada da ürün müdürlüğü görevini üstlenmiş. Gıpta edilecek bir kariyere sahip olan İçil, katılımcılar tarafından çok dikkatle takip edildi. Karşılıklı etkileşimle geçen sunumu yeni pazarlama trendleri, internetin pazarlamadaki yeri ve önemi ve pek tabii google üzerineydi. Burada gerçekleştirdiği sunumunu, öncesinde İTÜ'de de gerçekleştiren İçil'in aktardıklarını baştan sona en ince ayrıntısına kadar öğrenmek için İTÜ İşletme Mühendisliği Yüksek Lisans öğrencisi Berker KÖKTENER'in bloguna uğrayın.(http://berkerkoktener.blogspot.com/) Berker'in çok iyi analiz edip aktardığı bu sunumu ayrıca ben de yazmak istemedim.


Mustafa İçil'in ardından yer alan FikriMühim'den Reyhan Tavukçuoğlunun sunumuna katılamadım. Ancak katılan arkadaşlarımın aktardığı kadariyle WOMM üzerine kurulmuş zevkli bir sunummuş.

İkinci günün sabahı sıkıntı yaratan şey saatlerin ileri alınmış olmasıydı. Benim gibi zamanında gidenler için uykusuzluk hissi yaratan ileri alma, zamanında gelemeyenler içinde Acıbadem'den Onur Demirkol'un Alaturca Pazarlama sunumunu kaçırmasına neden oldu. Demirkol'da satış üzerine oluşturduğu sunumu ile daha çok kendi yaşantılarından örnekler vererek bu alanda kariyer hedefleyenlerin meraklarını giderdi ve onlara tavsiyeler verdi. Ayrıca öğle yemeği arasında da Workshop düzenleyerek bu etkinlikte öenmli bir rol oynadı.

Demirkol'un ardından sıra Ayça Arsandaydı. Kariyer Net Pazarlama Direktörü olan Arsan'da salondaki katılımcıların yaşadığı veya yaşayacağı mülakatlar için tavsiyelerde bulunarak, canlı bir uygulamayla inceliklerini aktardı.

Öğle arasının ardından öncelikle Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Şule Özmen "Pazarlamada ne-e-ler olutor ne-e-ler" adlı sunumunu gerçekleştitdi ve internet ortamının pazarlamadaki yeri ve kullanımını aktardı. Sunumunu merak edenler Özmen'in kişisel sitesi http://www.suleozmen.com.tr/ adresinden ulaşabilirler.


Şule Özmen'in ardından sıra eşi Petrol Ofisinden Dr. Uğur Özmen'deydi. Uğur Bey'de CRM üzerine sunumunu gerçekleştirdi. Uzun yıllardan gelen tecrübesi ile doyurucu ve eğlenceli bir deneyim yaşadık.

Günün ve etkinliğin son konuşmacısı Zap Medya Genel Müdürü Uğur Şeker'i de maaledes dinleyemedim.

2 gün süren ve son derece doyurucu, zevkli olan bu etkinlikte başta marketinganadolu çalışanları arkadaşlarımız olmak üzere herkesi tebrik ediyorum. Seneye kampustemarketing'09 da da orada bulunmak dileklerimle.