Bu Blogda Ara

27 Nisan 2010 Salı

EN Markalarım...

Günlük hayatta onlarca hatta belki bazen yüzlerce marka ile çeşitli şekillerde iletişime geçiyoruz ve deneyimler yaşıyoruz. Kimi zaman çok tatmin olduğumuz deneyimler yaşamakla birlikte kimi zamanda sinir sistemimizi alt üst eden deneyimlere şahit olabiliyoruz. Özellikle bir pazarlama bloğu yazarı olarak uç sınırlarda yaşanan marka deneyimlerimi zaman zaman paylaşıyorum. Gerek çok mutlu olduğumda gerekse de çok sinirli olduğumda yazmaya doyamıyorum. Çünkü yaşadığım deneyimi çok net biçinde karşıma da aktarabilirsem, çok faydacı bir iş yapmış olacağıma inanıyorum. Bu düşüncem kapsamında yeni bir uygulamaya karar verdim. Deneyimlerimi aylık bazda kısaca kategorilendirerek sizlerle paylaşacağım bu uygulamamın başlıklarını, anlamları ile birlikte aşağıda paylaştım. Nisan ayı sonuçlarımı da Mayıs ayı başında buradan paylaşacağım.

En faydalı MARKAM: Özellikle marjinal boyutta değerlendirildiğinde bana en yüksek faydayı sağlamış olan markayı ifade ediyor. Sık sık deneyim yaşadım ve/veya yaşayacağım demek ki...

En mutlu MARKAM: Yüzümü en çok güldüren markayı ifade ediyor.

En sadık MARKAM: Vazgeçemediğim markayı ifade ediyor.

En yeni MARKAM: İlk kez deneyim yaşadığım ve bu deneyimden memnun olduğum markayı ifade ediyor.

En hayal kırıklığı MARKAM: Beklentimle veya algımdaki yeriyle kıyasladığımda beni şaşırtan markayı ifade ediyor.

Bir daha tövbe MARKAM: Skandal denilecek derecede kötü bir deneyim yaşadığım markayı ifade ediyor. Bu markayla bir daha deneyim yaşamamaya tövbe ediyorum.

Doğal olarak bazı aylar belli başlıkların boş olabileceği gibi, bazı aylarda da birkaç markalı başlıkların olması muhtemel. Veya yeni başlıkların... Her ayın sonunda yayınlayacağım bu deneyimlerimi yıllık bazda da değerlendireceğim tabii ki. Umarım yorum sekmesi aracılığıyla sizde bu uygulamama katılır ve birbirimizle paylaştığımız deneyimlerimiz sayesinde daha da doğru marka tercihlerine yöneliriz.

23 Nisan 2010 Cuma

Pizza ve Futbol...

20 Aralık 2009 tarihindeki Trabzonspor-Fenerbahçe maçı özelinde futbolun ne denli bir endüstri haline geldiğinden bahsetmiştim. Bu endüstri içerisinde, ağırlıklı olarak bir kişinin yarattığı etkilerden bahsettiğim yazımda bir bütün içerisindeki eylemlere de yer vermiştim. Bu yazımla paralellik arzeden ve kapsamı bir adım daha öteye götüren bir çalışmadan bahsederek de, 90 dakikalık endüstri düşüncemizi sağlamlaştıralım.

1960 yılında ABD'de kurulan ve bugün 65 ülkede 8.750 restoran işleten Dominos'un yaptırdığı bir araştırma futbol endüstrisinin gerçeğini ortaya koyuyor. Lafı fazla uzatmadan yapılan araştırma sonuçlarını verelim. Zaten sonuçlar herşeyi anlatıyor:

  • 18 Nisan 2010 akşamı oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş derbisinin olduğu Pazar günü Domino's Pizza'nın satışları %20 oranında artış gösterdi.
  • Mart ayında oynanan Galatasaray-Fenerbahçe derbisi günü ise Dominos'un satışlarındaki artış %30'du.
  • FB-BJK derbisinde en çok pizza siparişi Fenerbahçenin golünün ardından verildi. (Golün 2. dakikada gelmiş olduğu düşünüldüğünde gol coşkusu ile artan mutluluk sonrası sipariş artışı mı yoksa genel anlamda futbol keyfinin pizza ile taçlandırılmasımı olduğunu bu istatistiktan anlamak zor.) Bu gol sonrası alınan sipariş bu gol öncesindeki sipariş sayısının tam iki katı seviyelerde gerçekleşti.
  • Derbinin oynandığı gün en yüksek sipariş artışının gerçekleştiği yer ise %53'lük artış ile Kadıköy!

Pazarlama planları yaparken en ince detaylara kadar inmek gerekiyor; hele ki günümüz rekabet ortamında. E ne demişler: "Başarı küçük ayrıntılarda saklıdır. " Anlaşılan Domino's bu bilinci çoktan oturttmuş.

Yazıyı sonlandırırken Domino's Pizza'nın ülkemizdeki yerinden de kısaca bahsedelim:
- 16 ilde 137 şube aracılığıyla hizmet veriyor,
- Gebze, İzmir ve Ankara'da fabrikaları var,
- Ülkemizde 1.600 çalışanı var ve
- Üretimde %100 yerli ürün kullanıyor.


15 Nisan 2010 Perşembe

Tüketici Kabulleniyor: Ucuz Mal Alacak Kadar Zengin Değilim ve Doğamı Seviyorum!!!

Son yıllarda çılgın tüketimin farkındalığına varan tüketiciler, buna dur demenin gerektiği bilincini oturtmaya başladıkça, yeşil pazarlama, sosyal pazarlama ve benzeri toplumsal fayda odaklı pazarlama stratejileri değerlenir oldu. Kuşkusuz bu durum da "dur demenin" gerekliliğini bireysel boyutun ötesinde şirketlerin de kabullenmesi yani kurumsal farkındalığın sağlanması da etkili. Ancak, (doğal olarak) tüketicilerin - bu gereklilğe olan inançlarından dolayı - sosyal faydayı savunan markaların yanında olacak olmasının etkisi gizli ama temel gerçek. Yani birincil amacı kar gütmek olan işletmelerin bu amaçlarını ikinci plana atmıyacakları düşünüldüğünde bu stratejilerin uygulanmasının içerisinde toplumsal fayda ile birlikte kar amacının var olduğunu unutmamak gerek. Ki bunun yanlış olduğunu veya etik olmadığını da söyleyemeyiz.

Bu kısa değerlendirmeden sonra başka bir boyuttan ama aynı paralelde devam edelim. Markaların kalite, farklılık ve değer odaklı konumları vardır. Bu belki 50 sene önce de böyleydi bugün de böyle. Hedef kitlesini belirleyen markalardan biri nispeten kalitesi düşük ama nispeten de fiyatı düşük ürünlere sahipken, bir diğeri nispeten kalitesi yüksek ama nispeten de fiyatı daha yüksek ürünlere sahiptir. Özellikle kalite ve değer odaklı farkını tüketici algısında iyi oturtabilen markalar, yüksek fiyatı hedef kitlesine kolayca kabul ettirebilir. Bu kapsamda düşündüğünüzde kendi alanında bunu başarabilmiş hangi markalar aklınıza geldi bilmiyorum ama benim ilk aklıma gelenler Duracell ve Michelin. İkisi de kategorisinde farklıdır ve en yukarıdadır. İlk paragraftaki değerlendirmemizle kesiştiği nokta ise şudur: Bu markalar geçmişte de en iyi olduklarını ve en iyi olmaları nedeniyle birim bazda daha pahalıyken uzun vadede daha tasarruflu olduklarını savunurdu ve toplumsal faydayı (çok fazla vurgulamasalarda) kimliklerinde taşıyorlardı. Son yıllardaki trendle birlikte bu özelliklerini biraz daha fazla vurgulayarak kuşkusuz sosyal sorumluluk bilincinin büyüttüğü pastadan paylarını birincil sıradan alanlar oldular. Daha da bilinçlenen müşteriler artık onları daha iyi anlıyor ve ödenecek bedele "değer" olarak bakmaya başlıyordu. Ayrıca her anlamda daha da bilinçlenen tüketiciler, daha doğru tasarruf planları yapmaya başlayıp, uzun vadedeki tasarrufa önem vermeye başlayınca bir artı daha kattılar kendilerine. Aslında var olduklarından itibaren vermek istedikleri ana mesaj ve konumlandırmaları da buydu ve her geçen gün bu mesajı algılayabilen tüketici sayısı arttı ve de kazançları.

Michelin şimdi daha çarpıcı şekilde veriyor bu mesajını ve tüketiciyi mücadeleye davet ediyor. http://mucadeleye-katil.michelin.com.tr adlı yeni adresleri ile duyurdukları bu kampanyayı siteye girip incelemenizi şiddetle tavsiye ederim. Neden michelin almalısınızı veya neden tasarruf sağlayacağınız bir lastik almalısınızı daha iyi anlayacaksınız. Maddi tasarrufunuz yanında doğaya neler kazandıracağınızı da tasarruf hesap makinası ile öğrenebilirsiniz. Örneğin diğerleri yerine Michelin alırsam yılda 324 TL'nin cebimde kalmasının yanı sıra 8 ağaç dikmeye eş değer biçimde CO2 salınımına engel olurmuşum. Kendi aracınızla sizin neler kazanabileceğinizi bu siteden öğrenebilirsiniz.

http://mucadeleye-katil.michelin.com.tr/#/yakit-tasarrufu-reklam-flmn-zle
adresinde bu kampanın reklamını izleyebilirsiniz. http://vimeo.com/10345829 linkindeki filmleri ise yine son zamanların gözdelerinden korku pazarlaması kullanılarak verilen daveti işliyor.


11 Nisan 2010 Pazar

2010 En İyi Blogları Belli Oluyor

Bloglama önderliğinde ilki 2008 yılında yapılan, 2009 yılında geliştirilen blog ödülleri, bu yıl çok daha profesyonelce hazırlanan bir organizasyonla başladı. 10 Nisan 2010 itibariyle oylama sürecinin başladığı BÖ!'de marketman'da "Reklam Store - Reklam Pazarlama Blogları Kategorisi"nde aday. Naçizane bloğumun değerli takipçilerinden bende oy bekliyorum. :)

Marketman'a oy vermek için bloğumun hemen başındaki bannerın yanı sıra buraya tıklayarak da oy verebilirsiniz. Oy vermek için sisteme üye olmanız gerekiyor ancak üye olarak bir çok kategoride bir çok blogla tanışma fırsatı bulacak olmanızın yanı sıra 2010'un en iyi bloglarını belirlemede söz sahibi olmanın da hazını yaşamak için değer diyorum.

Bu sene yapılan bir çok yeniliklerden biri de jürinin bulunması. Jüri ise gerçekten muhteşem isimlerle dolu. En beğendiğim blogların başında gelen kariyeryolculuğu sahibi Fatmanur Erdoğan, bizzat bir panelde dinleme fırsatı bulduğum Şule Özmen (ve bence dolayısıyla değerli eşi Uğur Özmen), üstat Selim Tuncer, devamlı takibimdeki Fatoş Karahasan ve diğerleri, bu yılki ödülleri daha da güzelleştirip, daha da değerli kılmış. Sektörün öncü sponsorları da diğer bir artı kuşkusuz.

Herkese keyifli bloglamalar ve bloglanmalar...

8 Nisan 2010 Perşembe

İkinci El BMW

Kuşkusuz birçok reklam türü ve birçok reklam tarzı var. Kurumsal mesaj içerikli, tanıtıcı, marka odaklı, öğretici reklamlar; duygu yüklü, direkt/dolaylı anlatımlı, esprili, sanatsal, tarihsel vurgularla işlenir. Ve daha sayılmayan birçok türde ve birçok anlatımdadır reklamlar. Önceden de birkaç kere bahsettiğim üzere eğlencedir reklamlar.

Kimi reklamlar ise çok farklıdır. Çarpıcıdır. Buram buram yaratıcılık kokar. Paylaşılır da paylaşılır. Kimi yasaklanır, kimi bazı ülkelerde yasalar (ve/veya gelenekler) gereği zaten hazırlanırken yasak olması nedeniyle o ülkede yayınlanmayacağı bilinir. Ama onlar yine de en çok kitleye ulaşanlar, unutulmayanlardır. Bloğumdaki ilk paylaşımlarından biri bu reklamlardandı ve Porsche'a aitti. Şimdi yine bunlardan birini paylaşmak istedim. Yine bir otomobil markası: "BMW" karşımızda. İkinci el arabalarına yönelik aşağıdaki reklamları, sizce nasıl?